Çocukluğun iptali

Ne zaman bir çocuğun gözlerinin ışığında duraksasam, içimde hem umut kıvılcımı yanar hem de tarifsiz bir endişe yükselir: Bu çocuk kendi olabilecek mi Yoksa büyürken, bizlerin doyuramadığı arzulara mı dönüşecek

Bugünün toplumunda çocuk artık çocuk olarak görülmüyor. Onun varlığı, anne babanın kendini ispat etme sahasına dönüşmüş durumda. Sanki her çocuk bir vitrin mankeni; ebeveynin statüsünü sergileyen, onların "başarılı" ya da "yeterli" olduğunu gösteren birer sembol. Oysa çocuk, ne bir yarış atı, ne bir CV süsü ne de toplum önünde alınan bir terfi belgesidir. Çocuk, kendi olma hakkına sahip bir bireydir. Bu hakkı ondan çalmak sadece pedagojik bir hata değil; bir insanlık suçudur.

Nezaketin, inceliğin, zarafetin hor görüldüğü bir çağdayız. Kabalık, çıkarcılık ve bağnazlık; güçlü olmanın, ayakta kalmanın gereği gibi sunuluyor. Böyle bir toplumda çocuk nasıl nazik, merhametli, düşünceli olsun Ona bunları gösterecek, yaşatacak bir iklim yok. Çünkü yetişkinler kendi yorgunluklarının, hayal kırıklıklarının, korkularının tutsağı hâlinde yaşıyor. Ve ne yazık ki çocukları da bu tutukluluk hâline dahil ediyorlar.

Eğitim sistemimiz bu sorunun hem sonucu hem de sebebidir. Okul, artık bilgeliğe açılan bir kapı değil; bir rekabet arenası. Çocuklar burada öğrenmiyor, yarışıyor. Sınavlar, sıralamalar, sertifikalar… Bunlar çocukların zihinlerine erken yaşta kazınan birer "değer ölçüsü" hâline geliyor. Bilgiyle değil; başarıyla, notla, övgüyle var olabileceklerine inandırılıyorlar. Oysa gerçek öğrenme, merakla, şaşkınlıkla, hayretle başlar. Ve hiçbir çocuk, baskı altında hayret edemez.

Ebeveynlik ise içi boşaltılmış bir "rol"e dönüştürülmüş durumda. Artık anne baba olmak, çocuğa iyi bir karakter, sağlam bir vicdan, merhametli bir kalp kazandırmak anlamına gelmiyor. Daha çok, onun ne kadar "başarılı", "saygın", "beğenilen" biri olacağı üzerinden bir "benlik projesi" yürütülüyor. Çocuğun mutlu olup olmadığı değil; dışarıdan nasıl göründüğü belirleyici oluyor. Bu da çocuğun iç dünyasında derin bir çatlak oluşturuyor: Sevildiği için mi değerli, yoksa başarılı olduğu için mi Kendisini mi seviyorlar, yoksa onun üzerinden kendilerini mi

Bu tabloyu sadece bireylerin hatasıyla açıklamak kolaycılık olur. Çünkü mesele daha büyük: bir uygarlık krizindeyiz. Modern hayat, insanın içsel varlığını değil; görünürlüğünü, ölçülebilirliğini, verimliliğini kutsallaştırıyor. Böyle bir zihniyetin hâkim olduğu toplumlarda çocuk masumiyeti korunamaz. Çünkü masumiyet kırılgandır, yavaştır, oyuna ihtiyaç duyar. Oysa sistem hızlı, sert ve ölçüye dayalıdır. Yani çocukluğun doğasıyla çelişir.

Toplumun çürüyen damarlarında en önce hissedilen şey, çocuklara olan bakıştaki değişimdir. Bu, medeniyetin turnusol kâğıdı gibidir. Bir toplumda çocuklar gerçekten korunuyor, dinleniyor, ciddiye alınıyor ve kendi olma yolculuklarında destekleniyorsa, o toplum hâlâ insanlığını kaybetmemiş demektir. Ama çocuklar yarışa sokuluyor, kimlikleri törpüleniyor ve "başkası olmaya" zorlanıyorsa, o toplumun çöküşü başlamıştır.