Bazıları sporu bir gösteri sanır. Aslında o, sessiz bir yorgunluktur. Bir sporcunun nefesiyle başlar; tribünlerin alkışına, ekranların soğuk ışığına karışır. O nefes, her gün sabahın karanlığında atılan bir adımla, soğuk bir havada ısınmayan kaslarla, sponsorun logolu formasıyla değil, kendi kaderiyle yapılan bir anlaşmayla başlar. Spor, çoğu zaman, terin değil, inancın dayanıklılığıdır.
Spor izlemek, bir bakıma modern dünyanın vicdan tatmini. Birilerinin sınırları zorlamasını izleyerek kendi tembelliğimizle barışıyoruz. Ekranda dökülen ter, bize "çabalamanın hâlâ bir anlamı var" dedirtiyor. Oysa çoğu zaman biz, bir sporcunun ne kadar yalnız olduğunu unutuyoruz.
Yarış bittikten sonra herkesin çekildiği o soyunma odasında, bir kamera daha olsa da görsek: Dizine buz koyarken, sessizce "Acaba yeterli miydim" diye soran yüzleri… Sporun tüketicisi olarak biz, kahraman yaratmayı seviyoruz. Ama kahramanlık, bu endüstride artık bir ürün kategorisi.
Forma satmak için, reklâm jingle'ında duygulanmak için. Bir sporcunun çocukluk hayali, bazen bir markanın pazarlama stratejisinin yan ürünü haline geliyor.
Endüstri dediğin aslında"terin, mücadelenin "finansallaşması demektir. Spor artık sadece fiziksel bir mücadele değil; bir ekonominin, bir medyanın, bir siyasetin sahası. Sponsorlar, menajerler, medya danışmanları, performans analistleri… Sporcunun çevresinde dönen koca bir endüstri, her saniyeyi ölçüyor, her duyguyu fiyatlıyor.
Bir madalya umudu, bazen bir ülkenin milli gururundan çok, bir bankanın reklâm kampanyasına dönüşüyor. Fakat bütün o parlak ışıkların arasında, bir gerçek sessizce duruyor: Sporcunun yolculuğu, hâlâ bireyseldir.
Bir antrenman kampında, cep telefonunu sessize almış, yalnızca kalp atışlarını dinleyen biri vardır orada. Kazandığında herkesin "bizim çocuk" dediği, kaybettiğinde ise kimsenin aramadığı biri.
Menajerler, Simsarlar, Hayal Tüccarları
Geleceğin yıldızı olma vaadiyle nice genç yetenek, menajerlerin ve sponsorların arasında bir "yatırım nesnesi"ne dönüşüyor. Bazıları, 17 yaşında profesyonel olmanın bedelini, 23'ünde bitmiş bir diz kapağıyla ödüyor. Bazıları, hiç o madalyayı alamadan, bir kenara atılmış oluyor.
Sporcu simsarları, umut satar; çünkü umudun geri ödemesi yoktur. Ve her genç, o umudun bir gün gerçeğe dönüşeceğine inanmak ister. Ama gerçeğin bedeli, bazen bir menisküs ameliyatı, bazen bir depresyon ilacıdır.
Bir zamanlar sporu bedenin terbiyesi olarak görenler vardı. Şimdi ise spor, markaların ve algoritmaların terbiyesine tabi. Sporcunun içsel disiplini, yerini veri tabanlı performans analizine bırakıyor. Bir antrenörün "kalbini dinle" dediği yerde artık bir akıllı saat "nabzın 142, yeterince verimlisin" diyor.
Oysa sporun özü, rakamlarda değil, tekrarın sessizliğindedir. Bir yüzücünün klor kokusuna alışması, bir bisikletçinin rüzgârla dost olması, bir koşucunun her sabah aynı parkta aynı ağacı selamlaması… Bunlar, endüstrinin ölçemediği sadakatlerdir.

17