Bir cümlenin açığa çıkardığı gerçek

(Bir İtirafın Gölgesinde: Arap Baharı'ndan Libya'ya Batı Müdahaleciliğinin Çöküşü - Obama'nın stratejik "pişmanlığı" üzerinden 21. yüzyıl emperyalizminin teşhiri)

"Her dış politika sorunu aynı zamanda bir iç politika sorunudur." Bu yalın ama derinlikli önermeyi anlamak, günümüz uluslararası ilişkiler düzenini çözümlemek için bir anahtar sunar. Devletlerin sınırları dışındaki hamlelerinin, iç siyasetteki meşruiyet arayışları, ekonomik zorluklar ya da ideolojik kimlik krizleriyle ne kadar iç içe olduğunu son yıllarda tekrar tekrar tecrübe ediyoruz. Rusya- Ukrayna Savaşı'nın doğrudan Avrupa iç siyasetinde yarattığı fay hatları, Çin'in Uzak Doğu'daki gerilimlerinin Amerikan seçimleriyle olan korelasyonu ya da İran'ın bölgesel ajandasının Tahran'daki otoriter yapıyı tahkim etmekteki işlevi; hep aynı hakikati teyit ediyor: Dış politika, iç politikanın uzatılmış bir yansımasıdır.

2016 yılında dönemin ABD Başkanı Barack Obama, Libya müdahalesine dair verdiği bir röportajda çarpıcı bir itirafta bulundu: "Başkanlığım döneminde yaptığım en büyük hata, Libya'da Kaddafi sonrası dönemi planlayamamaktı." Diplomatik tarih açısından bakıldığında bu açıklama, yalnızca kişisel bir özeleştiriden ibaret değildi; aksine, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde yürürlüğe konan Batılı müdahalecilik anlayışının çarpıcı bir çöküşünü belgeleyen nadir itiraflardan biriydi.

Bu itiraf, Arap Baharı olarak adlandırılan ve 2010'dan itibaren Kuzey Afrika ile Orta Doğu'yu kasıp kavuran halk hareketlerinin nihai kaderine dair daha geniş ve sistematik bir soruyu da gün yüzüne çıkardı: Gerçekten bir "bahar" mı yaşandı, yoksa bu hareketler yeni sömürgeci reflekslerin modern yüzüyle manipüle edilerek, halkların devrim umutları Batı'nın jeostratejik planlarına mı kurban edildi

Tunuslu seyyar satıcı Muhammed Buazizi'nin kendini yakmasıyla başlayan Arap Baharı, kısa sürede birçok ülkede halk hareketlerine dönüşerek bir isyan dalgası yarattı. Yolsuzluk, yoksulluk, otoriter yönetimler ve özgürlük talepleri, sokaktaki insanı meşru bir şekilde harekete geçirmişti. Ancak bu devrimlerin temel bir zaafı vardı: Ortak bir siyasal tahayyülden, örgütsel koordinasyondan ve sonrası için yapılandırılmış bir programdan yoksundular.

Bu nedenle birçok siyasal gözlemci gibi Akif Emre de Arap Baharı'nı bir "apolitik devrim" olarak nitelendirdi. Gerçekten de gösterilerde protesto edilen rejimler belliydi, fakat onların yerini neyin alacağı belirsizdi. Bu boşluk, Batılı güçlerin "liberal müdahalecilik" söylemiyle sahneye çıkmasını kolaylaştırdı.

Libya, Arap Baharı'nın Batı müdahaleciliğiyle kesiştiği en kritik örneklerden biriydi. Muammer Kaddafi'nin NATO destekli bir askeri operasyonla devrilmesi, Fransa ve İngiltere öncülüğünde yürütülen ve "insani müdahale" olarak sunulan bir dış politika pratiğinin ürünüydü. ABD, bu süreçte sahaya doğrudan inmek yerine, "arkadan liderlik" stratejisini izledi.

Ancak bu müdahale kısa sürede şu çelişkiyi gözler önüne serdi: Kaddafi rejimi yıkılmış ama Libya'nın geleceğine dair hiçbir plan yapılmamıştı. Ortaya çıkan kaos ortamında savaş ağaları, milis gruplar ve bölgesel aktörler arasında süregiden bir iç savaşa kapı aralanmıştı. Obama'nın yıllar sonra dile getirdiği "pişmanlık" da tam bu stratejik boşluğa işaret ediyordu.

Ama bu boşluk Avrupalı şirketler için değildi. Enerji anlaşmaları, altyapı ihaleleri ve petrol çıkarma ruhsatları için Batılı devletler hızla harekete geçti. Ne silahlar susmuştu ne de siyasi birlik sağlanmıştı; ama Avrupalılar Libya'nın yeniden paylaşımı için masadaydı. Obama'nın itirafı, iki temel kırılmayı da su yüzüne çıkardı. Birincisi, ABD'nin aynı anda birden fazla krizi yönetme kapasitesinin sınırları açığa çıkmıştı. Orta Doğu, Obama yönetiminin stratejik öncelikleri arasında ilk sıralarda değildi; aksine ABD'nin odak noktası, giderek Çin'e karşı Asya-Pasifik bölgesine kaymıştı. Bu da Suriye gibi krizlerde doğrudan müdahalenin önünü kapatmıştı.

İkinci kırılma ise Avrupa'nın kolonyal refleksleriydi. Libya müdahalesinde Fransa ve İtalya'nın iştahı, 19. yüzyıl emperyalizminin yeni bir versiyonunu andırıyordu. Batı'nın "insani söylemleri", enerjiye ulaşmak için kurgulanan gerçek amaçların önünde bir maskeden ibaretti. Dahası, sömürge geçmişine sahip bu ülkeler, müdahale ettikleri coğrafyalarda istikrarı tesis etmek bir yana, çoğu zaman yağmaladıkları ülkede en temel yönetişim sorunlarına bile çözüm üretmekten aciz kaldılar.

Libya müdahalesinin kısa vadeli başarısı, Batı'nın Suriye'de neden sessiz kaldığını açıklamak açısından öğreticidir. Suriye'de halkın Esad rejimine karşı başlattığı ayaklanma, kısa sürede rejimin acımasız askeri refleksiyle karşılık buldu. Ancak bu kez ABD ve Avrupa, Libya'daki gibi sahaya inmedi. Çünkü Suriye'de petrol gibi doğrudan ekonomik çıkarlar yoktu. Ayrıca seküler bir Baas rejimi, radikal İslamcı grupların yöneteceği bir kaosa kıyasla Batı için "daha öngörülebilir"di.

ABD'nin sessizliği, aynı zamanda İsrail'in güvenlik çıkarlarıyla da örtüşüyordu. Güçsüzleştirilmiş bir Suriye ordusu, Tel Aviv açısından tehdit oluşturmazdı. Obama'nın itirafı Libya'ya yönelikti ama Suriye'deki stratejik sessizlik, daha derin bir tercihin göstergesiydi: Coğrafyanın yeniden dizaynı, halkların lehine değil; çıkarların yeniden yapılandırılması içindi.

Peki bütün olup bitenin ortaya koyduğu "bilanço" nasıl ve "rakamların gösterdiği gerçek" nedir Obama'nın "pişmanlık" itirafı yalnızca siyasi bir stratejik boşluğa değil, aynı zamanda somut insani maliyetlere işaret ediyor. Arap Baharı'nın başladığı 2010'dan bu yana geçen 15 yılda, bölgenin yaşadığı yıkımın bilançosu, rakamlarla ifade edildiğinde bile ürkütücü bir tablo ortaya koyuyor.

Libya: Müdahale sonrası kaosun bedeli

2011'deki iç savaş sırasında ölü sayısı 15.000-30.000 arasında tahmin ediliyor.

BM'nin 2023 Libya Sonuç Raporu'na göre, yalnızca son yıllardaki çatışmalarda 5.923 ölüm ve yaklaşık 3.000 kayıp kişi kaydedildi.

2024'te Akdeniz üzerinden göç etmeye çalışırken ölen veya kaybolanların sayısı 2.200'ü aştı; 2014'ten bu yana ise toplamda 25.500'den fazla kişi hayatını kaybetti.

Çatışmalar sırasında siviller en ağır bedeli ödemeye devam etti: 2020'nin ikinci çeyreğinde Batı Libya'da 85 ölüm ve 237 yaralanma rapor edildi.

Bu tablo, müdahale sonrası "insani amaç" söyleminin, gerçekte insan hayatını koruyamayan bir ikiyüzlülüğe dönüştüğünü gösteriyor. Kaddafi sonrası Libya'nın sahipsizliği hem savaş ağalarını hem de yasa dışı göç ağlarını güçlendirdi. Batı müdahalesi bir diktatörü devirdi ama yeni bir düzen kurmak yerine, yalnızca daha derin bir kaos üretti.

Suriye özelinde ise durumu "Geçmeyen Felaket" olarak ifade edebiliriz. BM İnsan Hakları Ofisi, 2011-2021 arasında doğrudan savaş nedeniyle 306.887 sivilin öldüğünü raporladı.