Aslında biyografileri, hatırlama ve hatırlatma metinlerini severim. Fakat son zamanlarda hem biyografiler hem de bu tür anma yazıları, çoğu zaman yeni bir kişilik inşa etme aracına dönüşüyor. Sanki her dönemin kendi ihtiyacına uygun bir "figür"e gereksinimi varmış gibi, o kişi yeniden kurgulanıyor; hatırasının etrafında yeni bir kimlik örülüyor. Bu yüzden bir kişi hakkında yazı yazmak, bana hem büyük bir sorumluluk hem de bir bakıma vebal gibi geliyor.
Bu yazıda ise, yalnızca kendi hayatıma izdüşüm yapan yansımaları aktarmakla yetinmek istiyorum. Çünkü bugün, toplumun ihtiyacı olan şeyin, bu tür liderleri anmaktan çok, anlamaya çalışmak olduğuna inanıyorum. Bu metin de bir bakıma, o anlama çabasının mütevazı bir ürünü sayılabilir.
Aliya İzzetbegoviç'in hayatı, sıradan bir biyografinin ötesinde, bir medeniyet ufkunu anlamaya vesile olacak bir öyküdür. 1925 yılında Bosanski Samast'ta doğan Aliya, çocukluğunu ailesinin göç ettiği Saraybosna'da geçirmiştir. Ziraat ve hukuk eğitimi almış, genç yaşlardan itibaren İslâmî hareket içinde yer almıştır. Genç Müslümanlar teşkilatıyla başlayan bu yolculuk, ömrü boyunca devam etmiş ve fikirleri yüzünden komünist Yugoslavya rejimi tarafından defalarca hapse atılmıştır. Bu deneyimler, Aliya'nın özgürlüğü ve adaleti sadece kişisel bir değer olarak değil, toplumsal bir sorumluluk olarak görmesine yol açmıştır.
Yugoslavya'nın çöküşü ve Bosna Hersek'in bağımsızlığı sürecinde Aliya, yalnızca bir devlet adamı değil; aynı zamanda bir düşünür olarak da öne çıkmıştır. Demokratik Eylem Partisi'nin kuruluşu, onun hem siyaset hem fikir dünyasında bir öncü olduğunu göstermektedir. Cumhurbaşkanlığı dönemi ve Bosna Savaşı'ndaki liderliği, onun hayatını bir kahramanlık öyküsüne dönüştürmüş olsa da asıl mirası düşüncesinde saklıdır. Aliya'yı anlamak, onun sadece liderliğini değil, bir düşünür olarak İslamcı düşünce geleneğine yaptığı katkıyı da değerlendirmekle mümkündür.
İzzetbegoviç'in öğretisi, insanın özgürlüğü ve sorumluluğu üzerine kuruludur. Ona göre insan, yaratılmış tüm varlıklardan farklı olarak özgürdür; özgürlüğü ise sorumlulukla anlam kazanır. Sorumluluk bilinci, insanı ahlâk alanına taşır; insan dışında hiçbir canlı iyi veya kötü olamaz. İnsan, ancak özgür ve sorumluluk sahibi olduğu için ahlâkî bir varlıktır. Bu ahlâkî bilincin kaynağı ise Allah'tır. İzzetbegoviç, insanın bu dünyadaki varoluşuna anlam katan temel sözleşmenin, insan ile Allah arasında kurulan ahlâkî bir bağ olduğunu vurgular.
Aliya'nın özgün tespitlerinden biri, dram ve ütopya arasındaki ayrımdır. Ona göre insanın bu dünyadaki dramı, kaçınılmazdır; ütopya iddiaları ise bu dramı yok sayma çabasıdır. Tek tip insan anlayışına dayalı ütopyalar, dramatik tecrübeyi artırır ve insanın yabancılaşmasına yol açar. Bu nedenle İzzetbegoviç, dramın farkında olarak gerçekçi bir iyimserliği savunur; umut ve sorumluluk, kötümserliğe karşı en güçlü dirençtir.
İzzetbegoviç, İslâm'ın hem manevi hem de dünyevi hayatı dengeleyen özgün bir din olduğunu belirtir. Hristiyanlık ve Yahudilik ile karşılaştırıldığında, İslâm'ın insanın varoluşundaki düalizmi kabul eden bir perspektife sahip olduğunu söyler. Bu denge, insanın hem ahlâkî hem de toplumsal boyutta yükselişini mümkün kılar. Ona göre İslâm dünyasının rönesansı, teknolojik veya ekonomik başarıdan önce ahlâk ve özgürlük temelli bir kültür gelişimine bağlıdır.
Siyaset anlayışı da bu ilkelerle uyumludur. Aliya, siyaseti bir güç aracı olarak değil, adaleti hayata geçirme aracı olarak görür. Savaş yıllarında bile siyaseti ahlâkî sınırlar içinde tanımlar ve demokrasiye, ifade özgürlüğünü sağlayan bir sistem olarak önem atfeder. Ona göre demokrasi yalnızca bir yönetim biçimi değil, insanın özgür ve sorumlu varoluşunu garanti eden bir zemindir.
Aliya İzzetbegoviç'i anmanın anlamı, onu bir idol haline getirmek değildir. Onu hatırlamak hem bir liderin cesaretini hem de bir düşünürün ufkunu anlamak demektir. Bosna'nın özgürlük mücadelesinde gösterdiği irade, dramın farkında olarak ürettiği pratik çözümler ve İslâm düşüncesine yaptığı katkılar, sadece tarihî bir miras değil; bugün için de bir düşünce rehberidir. Aliya, bize bir medeniyetin, zor zamanlarda bile yeniden doğabileceğini, düşüncenin ve ahlâkın insanı şekillendirdiğini hatırlatır.
Aliya'yı hatırlamak, törenlerden öte, onun düşüncesi ve eylemi etrafında konuşmak; özgürlük, sorumluluk ve ahlâk temelli bir insan ve toplum anlayışını bugüne taşımaktır. Anma ritüellerinin, övgülerin ve törenlerin, hatırlanan kişiyi anlamanın önünde bir engel hâline gelme riski her zaman vardır. İnsanları sadece bir kahramanlık öyküsü veya sembol olarak yüceltmek, hatırlama eylemini ritüel haline dönüştürür; kendi ideallerimizi ve söylemlerimizi meşrulaştırmak için bir araç hâline gelir.

									
								
									18