Efendimiz'den (sav) mutluluk formülü

İnsanın en temel isteği ve amacı mutlu olmaktır. Aslında onun tüm yapıp ettikleri, gayretleri ve telaşlarının nihai gayesi mutluluğu temin etmektir. Bunun için farklı yollar ve yöntemler geliştirmiştir insanoğlu. Kimi mutluluğu dinde arar kimi de dinsizlikte, kimi kapitalizmde kimi ise sosyalizmde. Biri parada, diğeri makamda, ötekisi şöhrette, berikisi de ahlaklı bir yaşamda arar onu. Aranan şey aynıdır aslında ama ona götüreceğine inanılan yollar muhteliftir.

Peygamberlerin, bilgelerin ve filozofların da üzerinde durdukları en önemli konu aslında insanın mutluluğa nasıl ulaşacağıdır. Hak Teâlâ'nın gönderdiği son kutlu elçi olduğuna inandığımız Muhammed Mustafa Efendimiz'in de (sav) insanı mutluluğa götüren yollar üzerine derin manalar içeren hikmetli sözleri vardır. "Bana, az sözle çok mana ifade etme özelliği verildi." (Müslim) buyuran Efendimiz (sav) az sözle derin manalar ihtiva eden mübarek sözlerinden birinde şöyle buyurmuşlardır: "(Yaratıcısına ve O'nun elçisine) teslim olan, kendine yetecek kadar rızık verilen ve Allah'ın verdiğine kanaat eden kimse mutlu olur" (Müslim). Efendimiz (sav) bu kutlu sözünde mutlu olmak için yeterli olacağını ifade ettiği üç hususu anlamaya çalışalım.

1. Yaratıcı'ya ve O'nun elçisine iman edip teslim olmak:

Hadis-i şerifin aslında "esleme" fiili geçmektedir. Sözlük anlamı "teslim olmak" olan bu fiil aynı zamanda "İslam'a girmek" anlamına da gelir. "İslam" kelimesi "teslim olmak" demektir. Fahr-i kâinat Efendimiz (sav) kendisine gönderilen son kutlu mesaja inanmayı "Allah'a ve Resûlü'ne teslim olmak" anlamında "İslam" olarak adlandırmıştır. Esasen Kur'ân-ı Kerîm'de de "O, sizi önceden olduğu gibi şimdi de Müslim (Müslüman) olarak isimlendirmiştir." (Hac 22/78) buyurularak Hak Teâlâ'nın gönderdiği "inanç sitemi ve hayat nizamı"nın tüm peygamberlerce -tabi ki kendi dillerindeki karşılığıyla- "İslam (teslim olmak)" şeklinde adlandırıldığı bildirilmiştir. Merhum Aliya İzzetbegoviç, "Doğu Batı Arasında İslam" isimli kitabının sonlarında "teslimiyet"in önemini anlattıktan sonra kitabı şu cümleyle hitama erdirir: "Ey teslimiyet! Senin adın İslamiyet'ir."

Mutlu olmak için Allah'a ve Resûlü'ne teslimiyet neden önemlidir İnsanoğlu için hayat bir muammadır. "Varlık nedir, yokluk nedir, nereden geldik, nereye gidiyoruz" sorularına akıl, tamamen tatmin edici cevaplar vermekten acizdir. Zira akıl, varlık âleminin bir cüzüdür (parçasıdır). Cüz (parça), külle (bütüne) dair kuşatıcı bir izah getiremez. İnsan, beşerî imkânlarıyla varlık âleminin mahiyetine dair tatmin edici açıklama getirmekten aciz kalınca acizlik içindeki aklın imdadına vahiy; yani Yaratıcı'dan gelen özel bilgiler yetişir. İlâhî bilgiler manzumesi olan vahye ve onun kendisinde tecelli ettiği elçiye teslim olup inandığı zaman metafizik alandaki cevapsız soruları cevap bulur, anlamsız gelen varlık âlemi anlamını bulur. Zira Allah demek, anlam demektir. Hz. Mevlânâ'nın Mesnevî'deki ifadesiyle "el-ma'nâ huva Allah (Anlam, Allah'tır)". Allah'ını bulan, "anlam"ını bulur. İbn Atâullah'ın ifadesiyle "O'nu kaybeden neyi bulabilir O'nu bulan neyi kaybeder"

Mutlu insan, makro anlamlar bulan insandır. Makro anlam bulamayanlar ise en azından mikro anlamlar peşine düşer ve kendince yaşamak ve hayata tutunabilmek için küçük küçük anlamlar edinirler. Viktor Frankl, "İnsanın Anlam Arayışı" kitabında Nazi kamplarında hayatta kalabilenlerin tamamının yaşamaya dair bir anlam bulan insanlar olduğunu söyler. Nitekim intihar edenlerin tamamı, hayata dair tüm anlamlarını yitirmiş insanlardır. Demek ki bir anlama sahip olmak ya da anlam arayışı içinde olmak insanı hayat bağlar, motive eder, kaygılarını azaltır ve mutlu kılar. En büyük anlam ise bir Yaratıcı'ya inanmaktır. Buna bir de aklın kolay bir şekilde kabul edeceği, kutlu bir elçi tarafından getirilen vahye inanmak eklenirse insana bir muamma gibi görünen bu varlık âlemi anlam dolu bir âleme dönüşür; bu da insanı mutlu ve umutlu kılar.

2. Kendine yetecek kadar rızık sahibi olmak:

İnsanın mutlu olabilmesi için yiyecek ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar rızık sahibi olması gerekir. Bu, tüm insanlar için geçerli olan evrensel bir gerçekliktir. Temel ihtiyaçlarını karşılayamayan insan kendini güvende hissedemez, canlılığını devam ettirebilmek için en temel gayreti temel ihtiyaçlarını gidermeye yönelir. Bu da zamanla onu ahlâkî bir düşüşe ve bozulmaya iter. Nitekim Efendimiz (sav) "Aşırı fakirlik, neredeyse insanı küfre götürecek (kadar tehlikelidir)." buyurarak bu gerçekliğe işaret etmiştir. Bir gün "Allah'ım! Küfre ve fakirliğe düşmekten sana sığınırım." şeklinde niyazda bulunmuş; bunu duyan bir sahâbînin "Ya Resûlallah! Bu ikisi, birbirine denk midir" sorusuna "Evet" cevabını vermiştir (Ebû Davud). Bir başka kutlu sözünde de hayırlı bir eşi, geniş bir evi ve rahat bir bineği, mutluluk sebepleri olarak zikretmiştir. (Ahmed b. Hanbel ve İbn Hibbân). Dolayısıyla mutlu olmak isteyen insan, elinden geldiğince helal yollardan temel ihtiyaçlarını gidermenin vesilelerini aramalıdır.

3.Allah'ın verdiğine kanaat etmek:

Günümüz insanları olarak hepimiz vahşi kapitalizmin az ya da çok etkisi altındayız. Haz ve hız çağında maddeyi çılgınca tüketme arzusu, zavallı modern insanı manen tüketiyor. Tüketim hırsı, çağımızın en büyük hastalığı ve ahlâkî problemi durumunda. Yapılan tüm araştırmalar, tüketim arzusunun, insanın mutluluğunu değil mutsuzluğunu artırdığını ortaya koyuyor. Hâlbuki tarih boyunca tüm peygamberler ve bilgeler, insanın mutluluğu için elindekine kanaat etmesinin önemine vurgu yapmıştır.