Doğu'nun Batı karşısındaki hazin öyküsü

Merhum Sezai Karakoç, "Masal" isimli şiirinde Batı'nın Doğu insanını nasıl sinsice içine çekip asimile ettiğini anlatır. Doğu'da bir baba vardır. İlk oğlunu Batı'yı tanıması için oraya gönderir. Batı birinci oğlu törenlerle karşılar, onuruna büyük şölen verir, babalarını över gibi yaparak söylevler söyler. Oğul, Batı'nın büyüsüne kapılır. Kuştüyü yastıklar arasında masmavi bir şafağın hayalini kurar. Ancak yavaş yavaş bir karaltı gelir hayatına ve Batılılar onu öldürürler ve kimsenin bilmediği bir yere gömerler. Bu, şöyle de okunabilir: Batılılar, onun kimliğini ve kültürünü yok edip Doğululuğundan eser bırakmazlar. Bu oğlun imtihanı Batı'nın göstermelik izzetü ikramı, sahte saygısı ve yapmacık nezaketi iledir. Batı'nın kendisine mutlu bir dünya bahşedeceğini zanneder ve imtihanı kaybeder.

Birinci oğlunun öcünü alması için Batı'ya ikinci oğlunu gönderir baba. Bu oğlun imtihanı da kadın iledir. Bir kıza aşık olur. Onun peşinden koşar ama ne onu elde edebilir ne de mutluluğu. O da yitip gider. İkinci oğul da kaybeder imtihanı.

Baba pes etmez, üçüncü oğlunu gönderir. Onun imtihanı da para iledir. Önceleri aç gezerken bir anda zenginleşir. Patron olmuştur lâkin ruhunda hâlâ uşaklık vardır. O da kaybolur Batı'nın kapitalist düzeninde. Ve üçüncü oğul da kaybeder imtihanı.

Baba, ümidini kesmez, dördüncü oğlunu gönderir. Onun imtihanı da bilgi ve kültür iledir. Okur, bilgin olur ama kendi tarihine, kültür ve medeniyetine yabancılaşır ve düşman kesilir. Küçük görür milletinin geçmişini, gericilik sayar kendi göreneklerini. Batı'yı yüceltir ve taklit eder. Unutur kendi kültürünü. Batılılar onu çok takdir eder ve el üstünde tutarlar. O da silinir gider. Ve dördüncü oğul da kaybeder imtihanı.

Sıra beşinci oğuldadır. Şair olduğu için ince ruhludur. Babasının "Git!" demesine gerek kalmadan kendisi gitmeye karar vermiştir. Onun imtihanı da şiir iledir. Batı'nın uçarılığına ve Doğu'nun kaderine dair trajik ve ağır şiirler tasarlar. Şair, tehlikenin farkına varır, tomarlarını toplar ve geri dönmek ister. Ancak dönmek için doğru yolu bulamaz. Çöllere düşer, şiirlerini tekrar ede ede kum gibi eriyip gider yollarda. Bu oğul, tehlikenin farkına varmıştır ama "doğru bir çıkış yolu" bulamamıştır. Ve beşinci oğul da kaybeder imtihanı.

Nihayet sıra altıncı oğula gelir. Onun imtihanı da içki, uyuşturucu, fuhuş ve kumar gibi kötü alışkanlıklar iledir. Bunlar nefse çok cazip geldiği için altıncı oğul daha Batı kapılarında görünür görünmez kaptırır kendini bu kötü alışkanlıklara; dalar gece hayatına ve gecesi gündüz gündüzü gece olur. Sonunda kendisi de karanlıklara karışıp gider. Ve altıncı oğul da kaybeder imtihanı.

Altı oğlunun çeşitli nedenlerle Batı'da telef olmasına, imtihanları kaybedip yitip gitmesine çok içerlenen baba vefat eder. Yalnız geride bir oğlu daha kalmıştır. Yedinci oğul, abilerinin hiçbirisinin geçemediği Batı ile yüzleşme sınavından alnının akıyla geçmek amacıyla talihini denemek ister ve Batı'ya varır. Bu sınavı kazanıp kazanamayacağından emin değildir. Endişeli ve tedirgindir. Tanrı'ya sığınır; yalvarıp yakarır Batılılar kendisini de değiştirmesinler diye. Tanrı'dan bir ilham gelir kendisine; başlar bulunduğu yeri kazmaya. Derince bir çukur kazar ve "ruhu hiç değişmeden" bir Doğulu olarak bu dünyadan göçebilmek için oradan hiç çıkmayıp ölmeyi tercih eder. Batılılar, onu oradan çıkarmak için çok çabalarlar ama "yedinci oğul" Batılılara benzememe hususunda çok azimlidir ve şöyle haykırır: "Batılılar!/Bilmeden/Altı oğlunu yuttuğunuz/Bir babanın yedinci oğluyum ben/Gömülmek istiyorum buraya hiç değişmeden/Babam öldü acılarından kardeşlerimin/Ruhunu üzmek istemem babamın/Gömün beni değiştirmeden/Doğulu olarak ölmek istiyorum ben/Sizin bir tek ama büyük bir gücünüz var: Karşınızdakini değiştirmek." Batılıların, kendisine vadettikleri "masalımsı bir dünyada" heba olup gitmektense "kendi elleriyle kazdığı bir çukur"da köklerine bağlı, özüne sadık bir insan olarak yaşayıp ölmeyi yeğler. Nihayet kazdığı çukurda ruhunu "yalnız bir Doğulu" olarak teslim eder.

Batı'nın, Doğu kültürleri üzerindeki asimile edici etkisi nedeniyle bu hikâyede olduğu gibi Doğu'nun nice evlatları silinip gitmiş, Batı'yı şekilsel taklit uğrunda hayatlarını da kültürlerini de heba etmişlerdir. Bu hikâye, bize çok tanıdıktır. Zira milyonlarca Doğulunun hikâyesidir, "bizim" hikâyemizdir bu ve hâlen dahi içinde yaşadığımız bir hikâyedir. Çünkü Batı; ekonomisiyle, teknolojisiyle ve kültürüyle tüm dünyayı istila etmiş ve ürettiği şeylere bağımlı hâle getirmiştir. Courtwright'ın ifadesiyle "Bağımlılık Çağı"nda yaşıyoruz. Hazlarımızı tahrik etmeye odaklanan "limbik kapitalizm", önce bizi bağımlı hâle getiriyor sonra da bağımlı beyinlerimizden besleniyor. Bu durum, kapitalist Batı hegemonyasının dünya genelinde daha da güçlenmesine yarıyor.

Doğuluların Batı aşkı, tek taraflı platonik bir aşktır. Doğu insanı duygusaldır, Batı'ya bakışı hayalci ve romantiktir. Batı insanı ise çıkarcıdır, Doğu'ya bakışı akılcı ve pragmatiktir. Hayalcilik ve romantiklik ile akılcılık ve pragmatiklik arasındaki ilişkide kazanan daima pragmatizm olur. Onun için Batı kazanmıştır hep. Merhum Karakoç, bu dizelerinde şiir formuyla Doğu'nun Batı karşısındaki trajik öyküsünü özetle anlatmış. Doğu'nun Batı karşısındaki hikâyesi aslında çok uzundur. Bu hikâyenin söylen(e)memiş nice boyutları vardır. Keçecizâde'nin dediği gibi "Tüketti sanma hezârân hikâyet-i aşkı/O kıssadan dahi söylenmedik neler kaldı."