Kipling "Doğu Doğu'dur, Batı da Batı'dır; asla birleşmez yolları/Ta ki yer ve gök Tanrı'nın yüce hüküm kürsüsünde hazır bekleyene dek (Oh, East is East, and West is West, and never the twain shall meet/Till Earth and Sky stand presently at God's great Judgment Seat)" demişti. Bunu derken aslında Batı açısından Doğu'nun, asla bir araya gelemeyeceği bir "öteki" olduğunu vurguluyordu. "Sömürge şairi" diye nitelendirebileceğimiz, Hindistan'da doğup Londra'da ölen ve ilk Nobel edebiyat ödülünü alan meşhur İngiliz şair ve edebiyatçı Rudyard Kipling (1865-1936) "Beyaz Adam'ın yükünü üstlenin/Cinsinizin en iyisini gönderin" dizeleriyle başlayan "Beyaz Adamın Yükü (The White Man's Burden)" isimli şiirinde Batı'yı temsil eden "beyaz adam"a çok önemli bir misyon yüklemişti: Dünyanın medenîleşememiş bölgelerine zorla medeniyet götürmek. Bu misyon, dünyanın "doğal lideri" olan "beyaz adam" için külfetli bir "yük"tü, zor bir işti ama medenîleşememiş insanların menfaati (!) için "beyaz adam" tarihî bir görev ve ahlâkî bir sorumluluk (!) bilinciyle onlara medeniyeti (!) götürmeliydi. "Beyaz adam"ın dışındakileri "yarı şeytan yarı çocuk" diye tanımlayarak onların "kötü ve aptal" olduklarını ima ediyordu Kipling. Şeytan gibi kötü, çocuk gibi aptal olanlar medeniyeti hak etmiyorlardı ama beyaz adam fedakârlık yaparak onları medeniyet ile tanıştırmalıydı. Yine çok ilginç bir şekilde bu şiirde onlardan "terörist" olarak bahsediyordu. Demek ki, sömürgecilik düzenine karşı direnenleri teröristlikle yaftalamak yeni bir şey değil beyaz adam için.
İspanya-Amerika savaşı 1898'de sona ermiş ve ABD; Filipinler, Küba, Porto Riko ve Guam'ı ele geçirmişti. ABD'de şöyle bir tartışma başlamıştı: Özgürlükler ülkesi olarak mı kalmalıyız yoksa Büyük Britanya gibi sömürgeci bir imparatorluk mu olmalıyız Tam da o günlerde "sömürge şairi" bu meşhur şiirini yazarak ABD'yi tıpkı Britanya gibi sömürgeciliğe teşvik etmişti. Şiir, o kadar etkili olmuştu ki o günlerde ABD senatosunda bile okunmuştu. O dönemde New York valisi olan Thedore Roosevelt, Kipling'e teşekkür mektubu yazmıştı. Gazetelerde "Filipin'i Medenîleştirme Görevimiz (Our Duty to Civilize the Filipino)" şeklinde başlıklar atılıyordu. Artık ABD'nin de yepyeni bir ahlâkî misyonu (!) doğmuştu: Dünyaya medeniyet götürmek. Mark Twain ve Andrew Carnegie gibi kimselerin sömürgecilik karşıtı görüşlerine pek itibar edilmemiş, Büyük Britanya ve Fransa gibi devletlerin yanı sıra ABD de yeni bir sömürgeci devlet olarak dünya siyasetinde yerini almıştı.
Batı'nın "medenîleştirme" dediği şeyin Doğu için karşılığı "sömürgeleştirme"dir. Batı, Doğu'ya "medeniyet maskesi" altında "sömürgecilik tasması" takmak istemiştir daima. Sömürdüğü ülkelerden elde ettiği serveti bilgi ve teknolojiye dönüştüren sonra da bilgiyi güç, onun ürettiği teknolojiyi ise tahakküm aracı olarak kullanan Batı, dünyanın geri kalan kısmını acımasızca sömürmeye talip oldu. Önceleri fiili işgallerle yaptı sömürüsünü. Siyasî, kültürel ve ekonomik açıdan sömürmeyi daha kolay bulduğu için epey bir zamandır bu alanlarda sürdürüyor sömürgeciliğini. Yeni bir makine üretince "beyaz adamın yükü" olan "dünyaya medeniyet götürme" misyonunu hemen hatırlıyor ve tüm dünyaya pazarlıyor onu tam bir kapitalist ruhla. Yine bir ülkeyi işgal etmek istediğinde hemen hatırlayıveriyor bu tarihî misyonunu ve "Biz, filan ülkeye medeniyet ve demokrasi getirmek istiyoruz" diyor. Ardından da işgal ve katliam başlıyor. Tıpkı 2001'de ABD'nin Irak'ı işgalinde olduğu gibi.
"Beyaz adam"a göre kendisinin dışındakiler, üstün ve evrensel bir medeniyet kuramazlar. Mesela Ernest Renan, din olarak İslâm'ın, ırk olarak Araplar ve Türklerin asla akla ve bilime dayalı evrensel bir medeniyet kurabilecek kabiliyetinin olmadığını söyler. Ona göre 8 ile 12. asır arasında İslâm dünyasında bilim ve felsefedeki gelişmelerin kökeni Yunan ve İran medeniyetlerine dayanmaktadır. Zira hem İslâm dini, bilim ve felsefe yapmaya manidir hem de Arapların bunu yapabilecek kapasiteleri yoktur. Kindî dışında bilim ve felsefe ile meşgul olanlar, Arap değildir. Hatta onların dinleri görünüşte İslâm'dır ama gerçekte Müslüman değildirler. Renan, Müslümanları kurtaracak reçeteyi de kendince yazmıştır: İslâm'ın boyunduruğundan kurtulmak. Şöyle der: "Müslümanı dininden kurtarmak, ona yapılacak en iyi hizmettir. İçinde nice iyi unsurlar bulunan Müslüman milletlerin kendilerine ağır gelen bu boyunduruktan kurtulmalarını temenni etmekle kendileri için kötü bir dilekte bulunduğumu sanmıyorum" (E. Renan, Nutuklar ve Konferanslar, s. 210). Aslında Renan da bu satırlarında "beyaz adamın yükü" olan tüm dünyaya medeniyet götürme vazifesinden bahsediyor. Renan gibi Bernard Lewis de (1916-2018) Müslümanların dinî referansları gereği Batı ile uzlaşamayacağını, bu sebeple mutlaka sekülerleş(tiril)meleri gerektiğini ifade ederken (Bk. İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 139, 164-6) beyaz adamın sekülerleştirerek medenîleştirme misyonunu vurgular.
Hâsılı, -ekseriyet itibarıyla- Batılı beyaz adam için kendinden olmayanlar barbardır ve medenîleştirilmelidir. Medenîleştirmek de kültürel sömürgecilik yoluyla onları kendilerine benzetmektir. Nitekim merhum Sezai Karakoç'un "Masal" şiirindeki yedinci oğulun söylediği gibi Batı'nın en iyi bildiği şey ötekini değiştirip kendisine benzetmektir: "Sizin bir tek ama büyük bir gücünüz var: Karşınızdakini değiştirmek."

 
									 
								 5
									5