İnsanca, Müslümanca, hür ve adil bir şekilde yaşamak istiyorsak; önce bunun gereğini yerine getirmek ve bedelini göze almak zorundayız.
Suçu hep başkalarına yüklemek, hep kendimizi mağdur ve masum görüp, gösterip, bir şey yapmamak çok sağlıklı bir ruh hali değil sanırım. Kurban kompleksi bir kişilik özelliği değil, öğrenilmiş bir davranıştır. Kurban sendromu, bir tür öğrenilmiş çaresizlik olarak da düşünülebilir.
Tevekkül edeceksek, önce tevekkül şartlarını yerine getirelim. Kurban psikolojisinden kurtulalım. Unutmayalım ki 'İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır' (Necm, 39) ve 'Herkes zerre kadar iyilik veya kötülük işlerse karşılığını görecektir'. (Zilzal, 7-8)
Yüz yıl geçse bile formül belli! Ümitsiz olmak, pes etmek yok. Çünkü "çabuk ye'se inkilâb eden hamiyet, hamiyet değildir." Hak ve hukukumuzu iyi bilip sahip çıkmalıyız. Bediüzzaman yüz yıl önceden ikaz etmiş.
O güzel günlerin 'çabuk gelmesini istiyorsanız; marifet ve faziletten bir demiryolu yapınız! Tâ ki, Meşrûtiyet (hürriyet, adalet, insan hakları) medeniyet denilen şimendifer-i kemâlata binip ve terakkiyât tohumlarını bindirerek kısa bir zamanda mânilerden kurtulup geçerek size selâm etsin. Siz ne kadar yolu acele ile yapsanız, o da o derece acele ile size gelecektir." (Münâzarât)
Adalet, hürriyet, demokrasi kıymetini bilmediğimiz, ancak yokluğunda ekmek, su ve hava kadar elzem olduğunu hissettiğimiz insaniyet kaynağımızdır.
Demokrasimiz için anlatılan kaplumbağa fıkrası adalet için de geçerli. Merhum Mehmet Kutlular'dan dinlemiştim:
Kaplumbağaya sormuşlar 'nereye gidiyorsun' diye. 'Hac'ca gidiyorum' deyince; 'Bu ayaklarla ve bu hızla mı' diye sormuşlar. İzah etmiş Kaplumbağa: 'Evet yol uzun ve hızım yavaş. Ama Allah adalet ve merhametinden bana uzun ömür verdi. Hedefime varmak zor değil. Fakat giderken yolum bazen köylerin, kasabaların yanından geçiyor. Köyün yaramaz çocukları beni ters çeviriyor. Doğrulup rotama girene kadar vakit kaybı oluyor'.