Bediüzzaman, 'delil ve ikna'dan ibaret manevî elmas kılıcının bir tarafını İslâm düşmanlarına savururken; diğer tarafını 'dinde hassas, muhakeme-i akliyeden noksan, ahmak dostlara' vurduğunu söyler.
İslâmın barış, adalet, hürriyet, meşveret, şûra, kul hakkına riayet gibi hakikatlerini nazara almayan yanılabilir.
İnsanların her işinde asıl olan meşverettir. Eksik ve kusurlarına rağmen insanlığın ulaştığı "çoğulcu demokrasi" ve parlamenter sistem şimdilik meşverete en yakın sistem görünüyor.
Demokrasi milletin hâkimiyetidir. Rejimin hâkimi, seçimle teşkil edilen Meclistir, meb'us hürdür. Hükümet, Meclisin emrinde ve hizmetindedir. Bediüzzaman'ın ifadesiyle:
"Meşrutiyet, hâkimiyet-i millettir. Yani efkâr-ı âmmenizin misal-i mücessemi olan meb'usan hâkimdir; hükûmet hâdim ve hizmetkârdır." (Münazarat, s. 42.)
"Demokrasi millet hâkimiyetine dayanır, oysa İslâm'da hâkimiyet Allah'ındır" şeklindeki itiraz ve endişelerin ciddî bir esası ve dayanağı yoktur. ünkü İlâhî ahkâm zaten değişmez. Ama bu ahkâmın değişen şartlara göre ne şekilde uygulanacağını tayin etmek meşveret sistemiyle mümkündür.
117 YILLIK MACERA
Hürriyetin ilânı olarak kabul edilen 2. Meşrutiyetin üzerinden tam yüz on yedi yıl geçmiş.
Bediüzzaman, Meşrutiyeti "şeriat namına alkışladığını" açıkça söylemiş. Onu "cumhuriyet ve demokrat" mânâlarıyla yorumlamış. "Meşrua" kaydını koyarak İslâmî değerlerle teçhizini istemiş.
"Avrupa, bizdeki cehalet ve taassup müsaadesiyle, şeriatı -hâşâ ve kellâ- istibdada müsait zannettiklerinden, nihayet derecede kalben üzülmüştüm. Onların zannını tekzip etmek için, meşrutiyeti herkesten ziyade şeriat namına alkışladım." (D. H. Örfî, s. 24.)
Maalesef cahil ve "sadık-i ahmak"lar "şeriatı istibdada müsait zannına" kuvvet vermeye, "tek adamcılığın" İslâmî olduğunu savunmaya, demokrasiye "küfür rejimi" demeye devam ediyor.
Bugün hâlâ istibdatla yönetilen İslâm ülkelerine baktığımızda, 117 yıl sonra "kaç arpa boyu yol aldığımız" ortaya çıkıyor.
Ümitsizliğe düşmeden hürriyet mücadelesi verenlere selam olsun!
"KAVMİN EFENDİSİ, HİZMETKÂRIDIR"
Allah (cc), Resulüne (asm): "Sen peygambersin, sen nasıl istersen emret öyle yapsınlar" demiyor. Bilâkis "Onlarla iş hususunda istişare et" (Âl-i İmran, 159) buyuruyor. ünkü, "Onların işleri, aralarında istişare iledir." (Şûrâ, 38) ünkü asıl olan hürriyettir; insanların (ve nefsin) tahakkümü değil.