Yeni bir Türkiye dönemi -2
Sultan II. Abdülhamid, otuz yıl müddetle (1878-1908) meşrûtiyetin önünde setler inşa edip engeller koymakla meşgul olurken, "Ahrar" denilen genç Osmanlı hürriyetçileri ise, bugünkü manasıyla hürriyet ve demokrasi mücadelesi vermeye devam etti.
Bu uğurda çok büyük bedeller de ödendi. Ancak, yine de hürriyet ve meşrûtiyet bir türlü avdet etmiyordu.
Asker ve sivil kesimden birçok Osmanlı aydını meşrûtiyet mücadelesi vermeye kararlılıkla devam ediyordu. Ancak, ortada çok büyük bir eksiklik vardı: İstibdat rejimine karşı medrese cenahından, yani ulemâ canibinden hemen hiç destek yoktu. Hürriyet ve meşrûtiyetin Kurân'a uygun, İslâm ile barışık bir sistem olduğunu izah edecek âlimler bulunmuyordu. Yani, bu cihette ürkütücü olduğu kadar, pek düşündürücü bir boşluk vardı.
İşte, o büyük boşluğu, 1907 yılı sonlarında Osmanlı devlet merkezine, yani Dersaadet'e gelen Üstad Bediüzzaman doldurmaya çalıştı.
İstanbul'a gelir gelmez hükümete maarif konusunda bir dilekçe veren genç Said, ayrıca Fatih Malta Çarşısındaki Şekerci Han'da kendisine tahsis edilen odayı bir cihette "meclisi efkâr"a çevirdi. Orada, ulemâ adeta meydan okuyarak, gerek ilmî ve gerekse siyasî meselelerde fikir ve hatta inisiyatif sahibi olduğunu âleme ilân etti.
Bediüzzaman, bununla da yetinmeyerek, İstanbul'un en gözde camilerinde vaazlar verip hitabelerde bulunarak, hürriyetin hakikatini ve meşrûtiyetin faziletini kitlelere mal etmeye çalıştı. Tutuklanıp hapse atılmasına rağmen, o bu sevdâdan hiç vazgeçmedi. Hapiste mahkûm iken dahi, hükmetmeye devam etti.
Evet, büyük dâvâlar büyük bedeller gerektiriyordu; Üstad Bediüzzaman da bedel ödüyor ve hayatı pahasına bu bedeli ödemeye daima hazır olduğunu bilfiil ispat ediyordu.
Jön Türklere mensup Niyazi ve Enver Bey gibi gözüpek subaylar, Bediüzzaman'ın bu fevkalâde hizmetinden cesaret alarak, 1908 Temmuz'unda Sultan Abdülhamid'in mutlakiyet rejimine karşı direniş harekâtına başlattılar.
Rumeli'de yıllardır Balkan çeteleri ile Makedon komitacılarına karşı yiğitçe mücadele veren Kolağası Niyazi Bey Manastır'da, Binbaşı Enver Bey de Selanik'te emrindeki askerleriyle birlikte dağa çıktılar. Bulundukları yerden, Sultan Abdülhamid'i meşrutiyet idaresini yeniden ilân etmeye zorladılar.
Padişah, ilk başta meselenin ciddiyetinin farkında değildi. Bunu basit bir isyan, yahut itaatsizlik hareketi zannederek, askerî kuvvetle bastırmayı düşündü. Hatta Birinci Ferik (Korgeneral) Şemsi Paşayı teftiş ve gözdağı vermek maksadıyla Manastır'a gönderdi. Ne var ki, umduğu neticeyi alamadığı gibi, durum daha da aleyhine döndü.