Yeni bir Türkiye dönemi -1

GÜNÜN TARİHİ 24-25 Temmuz 1908

Bahsedeceğimiz hadisenin üzerinden 115 seneden fazla bir zaman geçti. Türkiye, 25 Temmuz 1908'te yeni bir güne uyandı. O zamanki Osmanlı idaresi, fiilen meşrutiyet sistemini kabul etti. "Tek adam" sisteminden çıkıp, bugünkü anlamıyla "demokratik sistem"e geçiş yaptı.

Şüphesiz, bu hiç kolay olmadı. Başka coğrafyalardaki kadar "kanlı geçişler" olmamakla beraber, yine de ülke ve millet olarak ağır bedeller ödenerek "meşrûti monarşi"ye geçilmiş oldu.

Düşünün ki, koca Osmanlı mülkü ve milyonlarca tabisi, 30 yılı aşkın süre ile "tek adam"ın etrafından şekillenmiş bir istibdat rejimi ile yönetildi.

Buna karşı gelenlerin ise, hayatı karartıldı, ömürleri azaba çevrildi. Zindana atıldılar, sürgüne gönderildiler. Bir kısmı da vatanını terk etmeye mecbur bırakıldı. Otus sene müddetle, akıl-fikir sahiplerine husumet edildi. Farklı siyasî görüşlere zinhar izin verilmedi. Netice itibariyle, dünyaları başlarına yıkılmaya çalışıldı.

Ne var ki, o devirde "Ahrâr-ı Osmaniye" denilen o zâtlar, inandıklarıyla yaşamaya devam ettiler. Hürriyet ve meşrutiyet ideallerinden hiç dönmediler. Tâ 1865'te başlayan anayasaya dayalı "hür ve demokrat bir yönetim şekli" taleplerinden hiç vazgeçmediler. Savundukları prensipler manzumesi, nesilden nesile devam etti. Vefat eden bu fikrin öncülerinden Namık Kemâl ve Ziya Paşa gibi zatların yerini Prens Sabahaddin ve Mizancı Murat gibi fikir ve siyaset dahîleri aldı. Yani, nerede olurlarsa olsunlar, nereye giderlerse gitsinler, yine de meydanı boş bırakmadılar. Tâ ki, "31 Mart Vakası"nı bahane ederek demokrasininmeşrûtiyetin canı okumaya gelen "Selanik Ordusu" gelip darbe yapana kadar, söz konusu mücadele kararlılıkla devam etti.

O zamanki darbe yönetimi, hem İttihad-ı Muhammedi, hem de Ahrâr-ı Osmaniye mensuplarının çoğunu idamla yargıladı. Mayıs 1909'daki zalim Divan-ı Harb-i Örfi'nin kararıyla çoğunu dârağacına gönderdi. O dehşetli hengâmeden, Bediüzzaman Said Nursî ile beraber birkaç mazlûm İlâhî inayetle idam edilmekten kurtuldular. Lâkin, Ahrarların geri kalan kısmının çoğu Sinop Zindanına gönderilerek, orada adeta ölüme terk edildiler.

İşte, bütün bunlar, nâzik ve nâzenin olan meşrutiyet ve çok büyük bir nîmet olan hürriyet için verilen bedeller cümlesinden sayılır.

Öyledir kaide: Nîmetler, külfetler mukabilindedir.