Osmanlı'nın her şeyi mükemmel mi

Dünya tarihinde Osmanlı devleti ve hanedanı gibi uzun ömürlü olup onlar kadar adâletle hükmeden ve asâlet üzere yaşayan ikinci bir örnek gösterebilmek hiç kolay değil. (Abbasiler ve Endülüs'teki hükûmetler bile bir yere kadar)Bununla beraber, Osmanlı'da her şeyin mükemmel olduğunu söylemek, kör bir taassubun tezâhürü olsa gerek. Ki, bazı şahıs ve zümreler, şiddetli bir taassup ve tarafgirlikle maalesef hâlâ o körlüğün içinde debelenip duruyor. Bu halin bir yansıması olarak da, Mehmet Âkif ve Üstad Bediüzzaman gibi celâdet sahibi İslâm fedâilerine buğzedip kin beslemeye devam ediyor. Osmanlı'nın imaretinde, bilhassa fethettiği yerlerde inşa ettiği cami, medrese ve külliyelerde hata-kusur aramak bir nankörlük, bir vefâsızlık olur. Bu cihette yapılabilecek olanın en iyisine, en mükemmeline talip olup uzun ömürlü eserler inşa etmişlerdir. Öyle ki, aradan asırlar geçmiş olmasına rağmen, kasten yıktırılanların dışındaki eserlerin çoğu bugün de ayakta olup hizmet vermeye devam ediyor. Bir Selimiye, bir Süleymaniye'yi düşünün: Beş asırdır, en yıkıcı depremlere rağmen, onlar dimdik ayakta. Kıyamete kadar da ayakta kalmaya inşallah devam edecek. Bu yönüyle de Osmanlıyı kötüleyen kimse, kötünün, nankörün önde gideni olur. Altı asırlık Osmanlı'nın sayılacak daha çok meziyeti var. Makalelere, köşe yazılarına sığmayacak kadar çok ve bereketli. Hanedan mensuplarının ve bilhassa sultanların işlemiş olduğu hata ve kusurlara gelince... Şüphesiz bu türden konuları da bazı başlıklar altında toplamak mümkün. Biz burada sadece iki tanesine kısaca temas etmeye çalışalım. Bunlardan birincisi, kardeş katli uygulamasıdır. Adâlet-i izafiyeye göre, kendilerince haklıdırlar. Bunu da, bazı âlimlerin fetvâsıyla "nizâm-ı âlem" için yapmışlardır. Nedense, bilâhere bunun yanlışlığını derin bir teessürle anlamış olmalılar ki, Sultan III. Mehmet'ten sonra bu uygulamayı terk ediyorlar. Ne var ki, tıpkı kraldan çok kralcı gibi, Osmanlı'dan çok Osmanlıcı kimi bağnaz tipler var ki, bugün bile çıkıp türlü teviller kardeş katli uygulamasını savunmaya yelteniyor. Oysa, bunun bugün için maslahata uygun bir yönü olmadığı gibi, herhangi bir faydası da yoktur. İkinci mesele, Osmanlı'nın bilhassa son dönemindeki istibdat uygulamasıdır. 1876'da Meşrûtiyet kabul ve ilân edilmesine rağmen, bazı gerekçelerle bunun tatbikatından vazgeçildi. Otuz sene süren bir istibdat siyaseti takip edildi. Bugün için bunu savunmanın da bir faydası yok; aksine zararı çok. Bu iki mesele hakkında dikkat çeken önemli nokta şudur: Medrese ve ulemâ cânibinden,