Farklı din, dil ve etnisiteye bağlı insanları birbirine yakınlaştırıp kaynaştırmak için güvenilir nitelikte birtakım ortak paydalara ihtiyaç var: Devlet, millet, bayrak, vatandaşlık, dindaşlık, adalet, hürriyet, demokrasi, cumhuriyet gibi birbirler...
Kezâ, Allahımız bir, Peygamberimiz bir, kitabımız, kıblemiz gibi birbirler...
Paha biçilmez bu değerlere bigâne-müstağni kalmamalı, kıymetlerini hakkıyla bilmeli. Tâ ki, elden gitmesin, onlardan mahrum kalınmasın.
İçinde yaşadığımız bu vatan ve birlikte yaşadığımız bu memleket ahalisi noktasından baktığımızda, yine pek kıymetli ortak değerlerin ve kaynaştırıcı formüllerin bizlere taraf-ı İlâhîden bahşedildiğini görmekteyiz.
Meselâ, bir peygamber varisi olan Üstad Bediüzzaman ve Kurân'ın malı olan Risâle-i Nurlar.
Hakikatte "silsile-i siyâdet ve şerâfetten olan Üstad Bediüzzaman", maddî-zahirî tarihin nazarında "Kürttür ve Kürdistan'da dünyaya gelmiştir. Bu hususa dair kendi ifadeleri şöyledir: Ben herşeyden evvel Müslümanım ve Kürdistan'da dünyaya geldim. Fakat Türklere hizmet ettim ve yüzde doksan dokuz menfaatli hizmetim Türklere olmuş ve en çok hayatım Türkler içinde geçmiş ve en sadık, en halis kardeşlerim Türklerden çıkmış ve İslâmiyet ordularının en kahramanı Türkler oldu-ğundan, meslek-i Kur'âniyem cihetiyle, her milletten ziyade Türkleri sevmek ve taraftar olmak kudsî hizmetimin muktezası(dır.)"
Dahilî ve haricî fitne odakları, yüz küsûr senedir bu vatanda bilhassa Kürtler ile Türkleri karşı karşıya getirip birbirine kırdırmak istiyor. Kısmen de olsa başarılı oldu ve oluyor.
İşte, bu dehşetli fitnenin söndürülme-sinde ve fitnekârların hevesinin kursak-larına hapsedilmesinde Bediüzzaman Said Nursî ve Nur Risâleleri harikulâde bir ilâç ve birer kaynaştırma formüldür.
Zira, Kürtler arasında dünyaya gelen Said Nursî, Türkler arasında hizmet ederek, fikriyatı ve eserleriyle iki unsuru bir güzel yakınlaştırmış ve onları nesebî kardeşten ziyade birbiriyle kaynaştırmıştır.
Lillahilhamd, elli senedir bu hâlin bilfiil şahidi olarak da gördüm ve görüyorum ki, Nur Talebesi olan bir Kürt Kürtçü olmaz, Türk de Türkçü olmaz ve olamaz.
Bu vatanda yine bir asrı aşkın süredir körüklenen bir diğer fitne-fesat ateşi de Alevî-Sünnî ihtilâfıdır.
Maalesef, bunda da bazı karanlık odakların kısmî başarısından söz etmek mümkündür. Zaman zaman iki tarafı da kışkırtıp kanlı hadiselere sebebiyet verdikleri olmuştur.
Ne var ki, bu meselede de hedefine tam ulaşamayıp gayelerinde muvaffak olamadılar.