Şân-şöhret-servet düşkünlüğü

Şu dijital medyatik çağda, beşerî zaaftan kaynaklı türlü hastalıklar zuhûr etti: Şahısperestlik, şöhretperestlik, reytingperestlik, menfaatperestlik, ûretperestlik, hayalperestlik, lâfızperestlik, üslûpperestlik, teşbihperestlik, kafiyeperestlik, vesâire

Bunlar eskiden de vardı. Ama şimdiki vaziyet ile kıyaslanamayacak kadar azdı.

Ne var ki, azalıp çoğalma durumu, bunları hastalık olmaktan çıkarmıyor.

Bu devirde, iş çığrından çıkacak raddeye gelmiş bulunuyor. Hele şu reytingi yükseltmek, bilhassa sosyal mecrâlarda takipçi kasmak, beğeni toplamak, o derece yaygın bir maraza dönüştü ki, mesele adeta dilencilik halini aldı.

Tabiî, kimisi de türlü yollarla takipçi sayısını zirvelere taşıdıktan sonra, işi ticarete döküyor ve bundan kazanç sağlamanın yoluna bakıyor. Kısaca, önce takipçi kasmanın, sonra da bundan para kazanmanın derdine düşenler var.

İş usûl ve âdâbına göre yapılsa, dert değil, sıkıntı değil. Ama, plan ve strateji başka. Önce, insanların masum tarafına hitap edilerek bir tür sermaye-altyapı teşkil ediliyor; ardından, o sermaye bambaşka maksatlara tahvil ediliyor.

Hastalığa kapılmış olanların en çok da kullandığı malzeme ise, tarihe yüksek itibar ile geçmiş şahsiyetlere mal edilen sözler, vecizeleridir. Dört büyük halife ve dört büyük mezhep imamı gibi. Yahut Mevlâna, Yunus Emre, Sâd-i Şirâzî, Hz. Bediüzzaman gibi. Tabiî, pekçok âyet ve hadis meâlleri iktibas ederek kendince taban oluşturmaya çalışanlar da var. Tıpkı, mübarek gün ve geceleri fırsat bilenler gibi...

Yapılan nakillerde (alıntı-iktibas), yahut sözün ait olduğu şahıs isimlerinin zikredilmesinde, sosyal medya mecrâlarında maalesef yeterince tahkikat yapılamıyor. Çoğu kimse işin kolayına gidiyor. Bu da, haliyle ciddi bir kargaşaya sebebiyet veriyor. Zira, pek çok söz var ki, asıl sahibine değil, bambaşka kimselere mal edilerek yayınlanıyor.

Yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için tekrâren ifade edelim ki: Maksadı sırf rızâ-i İlâhiye olup, bu mecrâlarda bir nevi tebliğ ve irşad hizmetini görenlere söylenecek bir sözümüz yok. Aksine, onları tebrik ve takdir ederiz. Yeter ki, onlar da bir derece meseleyi tahkik etsinler. Hangi sözün kime ait olduğuna dair güvenilir kaynaklardan bakıp öyle ilânât ve neşriyatta bulunsunlar.