Önce Hicaz, sonra Musul gitti elimizden
GÜNÜN TARİHİ Haziran 1916-26
Koca Arabistan Yarımadası, Birinci Dünya Savaşı ortalarına (1916) kadar da Osmanlı idaresine bağlı idi. Bu tarihten sonra, peyderpey elimizden çıktı gitti bu topraklar.
Günün tarihi itibariyle, bugünkü konumuz Hicaz ve Musul'un elden gidiş hikâyesi.
Şimdi, tarih sırasına göre hadiselerin gelişme seyrine bakalım.
İngiltere'nin, vaktiyle plânlı şekilde yaptığı kışkırtmalar sonucu, 1916 yılı Haziran'ında Hicaz'da Osmanlı'ya karşı büyük bir ayaklanma hareketi zuhûr etti.
Yaklaşık dört yıl süren I. Dünya Savaşının tam ortalarına gelinmişti ki, bölge genelinde Osmanlı'nın aleyhine yeni bir harekât baş gösterdi. Bu harekâtın adı, tarih kayıtlarına "Hicaz İsyanı" şeklinde geçti.
İsyanın başında Mekke Şerifi Hüseyin görünmekle birlikte, arka planda kışkırtıcılık görevi yapan ve Arapları iğfal eden, bölgedeki İngilizlerdi. Yani, hadise doğrudan "İngiliz Siyaseti" patentini taşıyordu.
Tâ 1517'den Dünya Savaşının başladığı 1914 yılına kadar da Osmanlı'dan kopmayan ve özerk statüde de olsa Hilâfete bağlı bulunan Hicaz (Arabistan), ne yazık ki İngilizlerin ihanet planları neticesinde adım adım Osmanlı'dan önce soğudular, ardından HilâfetSaltanat merkeziyle büsbütün ihtilâfa düştüler.
İngiltere, Vehhabilik hareketini tâ başından (1700'lü yıllar) beri desteklemeye devam etti. Bu desteğini, bilhassa 1916-18 yıllarında zirve noktasına taşıyarak, koca Hicaz Bölgesini Osmanlı'dan koparmayı başardı.
Bediüzzaman Said Nursî'nin bu mesele hakkındaki şu değerlendirmesi bir hayli dikkat çekici: "Sâdattan olan Şerif-i Mekke, Ehl-i Sünnet ve Cemaatten iken, zaaf gösterip, İngiliz siyasetinin Haremeyn-i Şerifeyne müstebidâne girmesine meydan verdi. Nass-ı âyetle, küffârın girmesini kabul etmeyen Haremeyn-i Şerifeyni, İngiliz siyasetinin, Âlem-i İslâmı aldatacak bir sûrette, merkez-i siyâsiyesi hükmüne getirmesine yol verdi..." (Mektubat: 354)
Tarihin kayıtlarında "Musul meselesi" diye yer alan bu dâvâ, Osmanlı idaresinde değil, genç Türkiye Cumhuriyetinin daha ilk yıllarında masa başında kaybedilmiş bir dâvâdır. Çünkü, Musul, I. Dünya Savaşında kaybedilmedi. Tâ Mondros Mütarekesinin imzalandığı 30 Ekim 1918 yılına kadar da, Musul ve çevresi Osmanlı topraklarına dahildi.
Yani, o güne kadar askerimiz oradaydı. Üstelik, asgarî vatan sınırları olan "misâk-ı millî" hudutları içindeydi. Ne var ki, kısa bir süre sonra İstanbul'u işgal eden İngilizler, aynı tarz hareketle Musul'u da işgal ettiler.