Nur markasının özellikleri (5)

BU DAVADA KORKUYA YER YOK

Hz. Bediüzzaman 13. Mektup'ta bilâpervâ şunu söylüyor: "Bütün sergüzeşt-i hayatım şahittir ki, hak gördüğüm meslekte gitmeye karşı korku, elimi tutup men' edememiş ve edemiyor."

Yani, evvelâ bu Nur davasında "beşerî korku"ya yer yoktur. Sâniyen, bu davanın kimseye bir zarar da yoktur. Yüz yıllık tarih, bu hakikatin bâriz bir şahididir.

Şüphesiz, Kur'ân'ın nuruna dayandığı için, Risale-i Nur'un kimseye bir zararı yok. Dolayısıyla, ondan korkmaya da hiç gerek yok. Kaldı ki, tahkikî iman ile korku aynı yerde durmaz, aynı kalpte barınmaz.

Evet, bu nurdan kimse zarar görmez. Belki, yarasa tabiatlı olanlar müstesna. Varsın, onlar da zarar görüp kaçsınlar, uzaklaşıp gitsinler.

Üstad ve 120'den fazla talebesi, f935'te Eskişehir'den sonra 1943-44'te Denizli Ağır Ceza Mahkemesinde de yine imha edilmek kast ve niyetiyle yargılandılar. İşte, o en korkulu günlerde bile dost ve talebelerini "Korkmayın" diye teselli ediyor.

Nitekim, Denizli Hapishanesinde büyük zorluklar ve imkânsızlıklar altında telif edilen Meyve'nin "Dördüncü Meselesi"nde kardeşlerine şu sözlerle sesleniyor:

"Ey hapis musibetinde benim yeni kardeşlerim,

Korkmayın, Risale-i Nur yasak olmaz... İnşaallah, bir zaman hapishaneleri tam bir ıslâhhane yapmak için bahtiyar müdürler ve memurlar, o Nurları mahpuslara, ekmek ve ilâç gibi tevzî edecekler."

Said Nursî'nin Burdur ve Barla'ya "evham sebebiyle" sürgün edilmesinin üzerinden bir asır geçti. Aradan geçen yüz yıllık bir zamana rağmen, ne yazık ki hâlâ bu Nurdan korkan ve başkasını da ürkütmeye çalışan yarasa tabiatlı kimseler var yine de... Tabiî, sayıları zamanla azaldı ve azalmaya devam ediyor. Öyle ki, sayı itibariyle bugün nesli tükenme tehlikesi altındaki kelaynaklar kadar ancak vardır.

İNTİKAM-RÖVANŞ YOK; ŞEFKAT-MERHAMET VAR

Bediüzzaman Hazretlerinin en büyük gayesi ve hedef-i maksadı, hiç şüphesiz "iman kurtarma hizmeti"dir. Bu uğurda hayatını ve her şeyini feda etmiştir. Hatta öyle ki, sadece dost, kardeş ve talebe gibi yakınları için değil, onu zehirleyen, zindana atan, işkence çektiren, hatta idamını isteyen azılı düşmanları için dahi iman ve hidayet temennisinde bulunmuştur. Şayet Risale-i Nur ile imanını kurtarırlarsa, onlara da hakkını helâl etmiştir. İşte bunun ispatına dair iki misâl.

Birincisi: Afyon Mahkemesindeki bir duruşma esnasında, Bediüzzaman'ın talebesi Hüsrev Altınbaşak, Av. Halil Hilmi'nin de şahit olduğu bir müdafaadan kısacık bir bölümü şu ifadelerle aktarıyor: "Ey heyet-i hâkime! Benim müdafaatım elinizdeki risalelerimdir. Talebelerim bilirler ki, benim gizli düşmanlarım beni idam etseler, sonra Risale-i Nur ile imanlarını kurtarsalar, ben onlara da hakkımı helâl ediyorum. Eğer siz benim o gizli düşmanlarımın şahsıma yaptıkları nâkabil-i tahammül işkenceleri bilseydiniz, siz de benim halime ağlayacaktınız. Hatta, burada (1948 Afyon Hapishanesi) sekiz aydan beri bana çektirdiğiniz azaplardan dolayı size de hakkımı helâl ediyorum."

İkincisi: Gerek Tarihçe-i Hayat ve gerekse Emirdağ Lâhikasının sonlarına derc edilen "Konuşan yalnız hakikattir" başlıklı mektupta, Üstad Bediüzzaman, dost ve talebelerine intikamcı olmamaları için hem tavsiyede bulunuyor, hem de onlara vasiyet ederek diyor ki: