Minnetsiz hayat prensibi
Bazı kimselerin zayıf damarı, paraya, servete, maddiyata düşkünlük şeklindedir.
Böyleleri doymak nedir bilmezler. Maddî yönden ne kadar zengin olursa olsunlar, gözü daha fazla kazanmakta olur. Nasıl servetime servet katabilirim diye hesap-kitapla meşgul olurlar. Daima aç gözlüdürler. Gözlerini ancak toprak doyurur.
Minnetsiz ve fakat huzurlu bir hayat yaşamak isteyen, öncelikle merde-namerde muhtaç olmayacak bir çalışma düzenini kurmaya çalışır; ardından, iktisatlı bir hayata kanaat getirerek Allah'a tevekkül eder. Bu sûretle de maişet derdinden kurtulmaya çalışır.
Bugünlerde telif ettiği Nurânî eserleri daha ziyade okumaya gayret ettiğimiz Bediüzzaman Hazretleri, "minnetsiz hayat"a tâlim eden ender şahsiyetlerden biridir.
Bir lâhika mektubunda, kendisi ve babası fakir olduğu halde, başkasından hediye, ze-kât ve sadaka almadığının ve "alamadığının" hikmetini anlatırken, kendisinin "aç kalmaya razı; fakat, elini insanlara açmaya razı olamadığı"nı beyan ediyor. Bu hâlin hikmeti olarak da "Risale-i Nur'un hakiki kuvveti olan ihlâsın kırılmaması" gerektiği noktasına tahşidat yapıyor. (Emirdağ Lâhikası-II)
Mektubat isimli eserin "İkinci Mektup" kısmında, bir talebesinin kendisine hediye göndermesi münasebetiyle bu mesele hakkındaki "hayat düsturu"nu maddeler halinde sıralayan Üstad Bediüzzaman, bilhassa dinî ilim ve iman hizmetinde bulunanların dikkat etmesi gereken hususları tesirli bir sûrette ders veriyor.
İşte, bu zamanda hepimizin dikkat etmesi gereken hususların kısacak bir hülâsası:
Meselenin izahına başlarken, "Eski Said"den kalma takdire şâyân bir hasletten şöyle bahsediyor: "Eski Said minnet almazdı. Minnet altına girmektense ölümü tercih ederdi. Çok zahmet ve meşakkat çektiği halde kaidesini bozmadı."
Eski Said'den kalma bu güzel hasletin Yeni Said'in hayatında da devam ettiğini hatırlatan Üstad Bediüzzaman, bu hâlin altı ciddi sebebi olduğunu aşağıdaki sıralama ile nazara veriyor.
Birincisi:
Dalâlet cereyanları, dine hizmet edenleri maddî menfaat düşkünü olarak göstermeye çalışıyor. Hatta, "Dinî ve ilmî hizmeti geçim vasıtası olarak kullanıyorlar" diye itham ediyorlar. İşte, o insafsızları fiilen tekzip etmek lâzım geliyor.
İkincisi:
Hak ve hakikatin neşrine çalışanlar, peygamberlerin "istiğna düsturu"na riayet etmeleri gerekiyor. Kur'ân-ı Hakîm, neşr-i hak hizmetinde bulunanlara insaların minneti altına girmemeleri noktasında muh-telif âyetlerle tahşidat yapıyor.