Lâkaytlık, bir nevi boş vermek, ilgisiz-alâkasız kalmaktır. Yani, kayıtsız kalmaktır. Kezâ, bir şeyi umursamamak ve aldırış etmemektir.
Bu davranış biçimi gereksiz, lüzumsuz, malayanî şeylere karşı ise, doğru bir davranıştır ve neticesi hayırlıdır. Zira, dünyada çok şey var ki "alâka-i kalbe değmez"ler. Dolayısıyla, alâkaya değmez şeylere karşı lakayt kalmak bir kusur, bir noksanlık değildir. Aksine, insanî meziyetlerin gelişmesine imkân, fırsat ve zaman kazandırır.
Bu yazıda asıl dikkat çekmek istediğimiz lâkaytlık, hayırlı, faydalı, lüzumlu şeylere karşı alâkasız ve bigâne kalmanın doğurduğu sakıncalardır. Şimdi bu nokta üzerinde biraz durmaya çalışalım.
«
Ulvî bir hakikate karşı lâkayt kalan, onun güzel ve faydalı tarafından mahrum kalır. Misâl: Risâle-i Nur gibi Kur'ân'ın malı olan ulvî-kudsî bir hakikate karşı kayıtsız kalan kimse, ondaki manevî nurlardan, feyizlerden haliyle mahrum kalır. Hatta öyle ki, Nur Risalelerini "tenkit niyeti"yle dahi olsa eline alan, okuyan, inceleyen bir kimse, zamanla bu eserlere müşteri olabilir, talebe dahi olması mümkün. Ama, hiç ilgilenmeyen, okumayan, araştırmaya tenezzül etmeyen kimseler, fikren ve itikaden muhalif olmasa bile, o Nurlara müşteri olamıyor ve istifade edemiyor.
Bu hakikate dair yaşanmış birçok misâl var. Bunlardan iki tanesine kısaca değinmeye çalışalım.
«
1942 senesinde "Kahraman Tahirî"nin gayretleriyle Ayetül-Kübra (7. Şua) isimli eser İstanbul'da gizli bir surette tabettirildi. Eser Bozkurt Matbaasında basıldı. Matbaa sahibi Aziz Bozkurt, kitap paketlerini Isparta'ya gönderilmek üzere ambara teslim ettikten sonra Emniyete haber veriyor. Bir nevi müşterisini ihbar ediyor. (*)
Alarma geçen Emniyet ekipleri, kitaplara el koyarak incelemeye aldı. Ardından mahkemeye sevk edildi. Denizli Mahkemesinin öncelikli sebebi sayıldı. Kitap bilirkişilere okutturuldu. Hz. Bediüzzaman, Ayetül-Kübra'yı tenkit niyetiyle okuyanların dahi imanlarını kurtardığını ve aleyhinde rapor yazmadıklarını ifade ediyor.
İkinci bir misâl, Barla Lâhikasında yer alıyor. Sayfa 161'de başlayan 28. Mektubun 8. Meselesinin 3. Nüktesinde, Risâle-i Nur'a tenkit niyetiyle ilişen zatın ileride müşteri olup tam istifade edebileceğini, lâkin "lâkayt" kalanların ise, müşteri olma ihtimalinin bile çok zayıf olduğunu beyan ediyor. İlgili kısacık ifade aynen şöyledir: "O zat müşteridir ki ilişmiş. Müşteri olmayan lâkayt kalır. İnşaallah ileride tam istifade edecek."