Kuvvet-şiddet bumerangı

GÜNÜN TARİHİ 24 Aralık 1979

Eski zamanda güç-kuvvet üstünlüğü sayesinde ileri gidilebiliyordu, fetih yahut işgal noktasında netice alınabiliyordu. Bu zamanda, bilhassa İkinci Dünya Harbinden sonra ise, durum bir hayli değişmiş görünüyor: Tek başına güç-kuvvet-şiddet sarmalı ile seçilen hedeflere varılamıyor, istenilen neticeye ulaşılamıyor.

Kısaca, kuvvet üstünlüğü ile daha çok yakıp yıkmanın, daha fazla kan ve gözyaşı döktürmenin ötesine kolay kolay gidilemiyor. Yirmi yıl (1955-75) kadar devam eden Vietnam Savaşı bunun en çarpıcı örneklerinden biridir.

ABD ve müttefikleri bütün kuvvetiyle bu ülkeye yüklendiği halde, yine de hedefine varamadı, istediği sonuca ulaşamadı. Yirmi yılın ardından, geride yüz binlerce ölü ve yaralı bırakarak Vietnam'dan çekilmeye mecbur kaldı.

Benzer bir durum da Afganistan'da yaşandı. Ki, günün tarihi itibariyle bu yazının ana konusu budur.

Tarihte hiç esirlik-kölelik yaşamamış, sömürgeciliği hiç tatmamış olan Afganistan halkı, 1979 yılı sonlarında (24 Aralık'tan itibaren) koca Rus ordusunun işgaline mâzur kaldı.

Binlerce asker ve tonlarca savaş mühimmat, bu tarihten itibaren Rusya ile Kabil Havalimanı arasında kurulan hava köprüsü üzerinden Afgan topraklarına indirildi.

O tarihte, dünyanın ikinci süper gücü sayılan Sovyet Rusya'nın her tarafa korku salan Kızıl Ordusu, on sene müddetle Afganistan'da oluk oluk kan akıttı.

Ancak, buna rağmen o fakir ve yoksul durumdaki halkı yenemedi. Onları teslim alamadı. Aksine, o coğrafyada o kızıl ejderin iflâhı kesildi, onun diş ve pençesi kırıldı.

Komünist Rus kuvveti, adeta bumerang gibi döndü, kendisini vurdu. Dünyanın en fakir bölgesinde, üstelik en iptidaî silâhlarla düşmana mukabele eden Afgan mücahitleri, dünya çapında şöhret kazanan Kızıl Ordunun hem prestijini kırdı, hem de "demir perde" ülkelerinde yıllardır yürürlükte olan komünist rejimlerin çöküşünü hızlandırmış oldu.

Bütün kuvvetiyle yüklendiği halde küçücük Afganistan'ı teslim alamayan koca Sovyet Rusyası, bu hadiseden sonra adım adım gerileme yaşayarak mukadder sona doğru eğilip bükülmeye, dahası kendi içinde kanlı çatışmalara doğru sürüklenmeye başladı.

Bu hadise de gösteriyor ki, yaşadığımız devirde kuvvet ve silâh gücü tek başına her şey demek değildir. Silâh zoruyla bir yeri yakıp yıkabilirsin, vurduğun yeri kan revan içinde bırakıp enkaza çevirebilirsin; ama, orayı teslim alarak kendi keyfine göre orada bir hayat kuramazsın.

Bu açık gerçek, dünün Amerikası ve Sovyet Rusyası için geçerli olduğu gibi, bugünkü İsrail için de aynen geçerlidir. Yerleşik Müslümanların kanını akıtıp evlerini-barklarını başına yıkan İsrail, işgal ettiği topraklar üzerinde huzurlu, güvenli bir hayat kuramaz. Daima tedirgin yaşamaya mahkûmdur. Günün birinde, onun kullanmış olduğu kanlı kuvvet-şiddet yöntemi, dönüp kendisini vuracak, muhtemelen benzer bir âkıbete düçâr olacaktır.