İttihad-ı İslâm ve Medresetüzzehrâ projesi
I. Dünya Harbinden (1914) kısa bir süre önce Van Gölü kenarında (Edremit'te) temeli atılan çok amaçlı Medresetüzzehrâ nâmındaki ilim-irfân akademisi olan "Dârülfünun-u İslâmiye", projenin asıl sahibi Üstad Bediüzzaman'ın ifadesiyle hem Şark vilayetlerinin merkezi, hem de İslâm coğrafyanın ortasında bir yerde inşa edilecekti.
Bunun temeli atıldığı halde, harbin patlamasıyla birlikte binanın inşası sekteye uğradı ve daha sonra yapılan teşebbüsler de maalesef akim bırakıldı.
Buna rağmen, Bediüzzaman Said Nursî, Medresetüzzehrâ idealinden hiç vazgeçmedi. Bir mektubunda "O üniversite için, tam elli beş senedir Risale-i Nur'un hakaikına çalıştığım gibi ona da çalışmışım" diyor. Öyle ki, hayatının sonuna kadar da bu mesele hakkındaki niyet ve arzusunu her vesileyle derhatır etti. Nitekim, 1955'te Bağdat Paktı'nın kurulmasından sonra aynı meseledeki fikrini Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile Başbakan Adnan Menderes'e çok sarih bir şekilde beyan etti.
Şimdi, o devlet erkânına göndermiş olduğu uzunca mektubunun ilgili kısmından kısa bir iktibas yaparak mevzuya öyle devam edelim. İslâm milletleri arasında ırkçılığı, anarşiyi, bozgunculuğu önlemeye, aralarındaki vahdet, ittihad, uhuvvet ve muhabbeti tesis etmeye vesile olacak Medresetüzzehrâ'nın tesis edilmesine dair o mektupta şunları dile getirir Üstad Bediüzzaman:
REİS-İ CUMHURA VE BAŞVEKİLE
"Kabir kapısında ve seksen küsur yaşında, birkaç hastalıkla hasta bulunan ve ölüme kendini yakın gören bir bîçare garib ihtiyar der ki: "...Afrika'daki Camiül-Ezher'den daha büyük bir dârülfünun, bir İslâm üniversitesi Asya'da lâzımdır. Tâ ki, İslâm kavimlerini, meselâ Arabistan, Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan, Kürdistan'daki milletleri, menfî ırkçılık ifsat etmesin. Hakiki, müsbet ve kudsî ve umumî milliyet-i hakikiye olan İslâmiyet milliyeti (Mü'minler ancak kardeştir) Kurân'ın bir kanun-u esasîsinin tam inkişafına mazhar olsun. ...Ve Anadolu'daki ehl-i mektep ve ehl-i medrese birbirine yardımcı olarak ittifak etsin diye, Vilâyat-ı Şarkiyenin merkezinde, hem Hindistan, hem Arabistan, hem İran, hem Kafkas, hem Türkistan'ın ortasında, Medresetüzzehra manasında, bir dârülfünun, hem mektep, hem medrese olarak bir üniversite için, tam elli beş senedir Risale-i Nur'un hakaikına çalıştığım gibi ona da çalışmışım."
Görüldüğü gibi, şu bir tek paragrafta can damarı mesabesinde pek mühim noktalara temas ediliyor. Cidden, tekrar be-tekrar okunması gereken ifadeler. Zira, burada ismi geçen coğrafî bölgelerde yaşayan boyunduruk altındaki milletlerin ve toplulukların ilim ve irfan temelli bir "İttihad-ı İslâm"dan başka kurtuluş çareleri yoktur. Ve, o ittidaha giden yol da, yine böylesi bir "Dârülfünun-u İslâmiye"den geçiyor.