İslâm dairesi içinde iki türlü "milliyet" fikri var: Biri müsbet, diğeri menfî milliyet.
Müsbet olanı, tam bir fedailikle milliyetini din ve mukaddesat için kale yapar, kalkan olarak kullanır. Milliyeti din gibi görmez ve dinin yerine ikame etmez.
Menfi olanı ise, üstün ırk iddiasındadır. İslâmiyeti geri plâna iter. Milliyeti mâbut ittihaz eder. Dinî argümanları malzeme olarak kullanır. Başkasını yutmakla beslenir. Kuvvet kullanmayı, kan dökmeyi, can yakmayı mübah sayar.
Siz insan olarak ve Müslüman kalarak böyleleriyle anlaşamaz ve geçinemezsiniz: Onlarla fikren mutabakata varamazsınız. Ne yaparsanız yapın, onlar gibi olmadıkça ve saflarına katılmadıkça onları memnun edemezsiniz. Ufukları dardır. İkna olmak gibi meziyetleri yoktur. Muhakeme yeteneğini kaybetmişler.
«
Menfî milliyet fikri, İslâm literatüründe "unsuriyet", yahut "asabiyet-i milliye" tabirleriyle ifade edilir. Cahillik olarak görülür.
Onun içindir ki, "ırkçılık" fikri, Saadet Asrında bir "asabiyet-i cahiliye" olarak tesmiye edilir. Nitekim, Resûl-i Ekrem (asm), cahiliye devrine dayanan ırkçılığın İslâmiyetçe reddedildiğini buyurmuştur.
Bu hassasiyet, Emevî Saltanatına kadar titizlikle korundu. Ne var ki, yönetim şekli monarşiye dönünce ve idarî sistem "babadan oğula" geçince, bir cahiliye âdeti olan unsuriyet damarı yeniden hortlamaya başladı.
Yetmiş-seksen yıl saltanat süren Emevilerin, bu cihette azim bir günahları var. Onlar, ırkçılık yapmakla hem âlem-i İslâmı küstürdüler, hem de kötü bir örnek olarak tarihe geçtiler. Onun içindir ki, İslâm tarihinden övgüyle söz edenler, Emevilere dair sunulacak herhangi bir iftihar tablosunu bulup aktaramıyorlar. (Tabiî, Endülüs Emevileri müstesna.)
Önemli bir diğer nokta da şudur: Türkler, Emevî saltanatı döneminde Müslüman olmadılar. Ne zaman ki yönetim Abbasilere geçti, Türkler öbek öbek İslâmiyete dahil oldular.
«
İnsanlık tarihinde ırkçılığın en kanlı ve en dehşetli olanı Avrupa'da yaşandı. Bilhassa "Büyük Fransız İnkılâbı"ndan (1789-99) sonra, Avrupa toplulukları arasında hem sömürgecilik iştihası, hem menfi millet damarı kabarmaya başladı.
Bu milliyetçilik cereyanı, bir süre sonra Balkanlara da sirayet etti. Sırplar, Yunanlar ve Makedonya'daki sair unsurlar, kanlı isyanlarla Osmanlı'dan ayrılmaya yöneldi.
Osmanlı coğrafyasına sıçrayan ırkçılık illeti, zamanla İslâm dinine mensup olanları da fenâ hâlde etkilemeye başladı. 1909'dan itibaren Türkçülük-Turancılık fikri hortlardı. 1912'de Türk Ocakları kuruldu. (Türkçülüğün öncüleri ve reisleri hakiki Türk değil.)

14