İman, korku, hürriyet, esaret...

Yüksek bir iman coşkusuyla yazılan İstiklâl Marşı "Korkma!" diye başlıyor.

Bu marşın Birinci Meclis'te defalarca okunması ve alkışlar arasında "Millî Marş" olarak kabul edilmesi, İstiklâl Harbinin aynı zamanda kuvvetli bir iman sayesinde zafere ulaştığını gösteriyor. Aksi halde, vatanın işgalden, milletin esaretten kurtulması başka bir bahara kalırdı. Aynen, asırlarca sömürge hayatı yaşayan topluluklar gibi...

«

Evet, hürriyet gibi cesaretin dahi kaynağı, menbaı imandır.

Buna göre, iman ne derece kuvvetlenirse hürriyet de, cesaret de o derece artar.

Aynı şekilde, iman ne kadar zayıf olursa, korku ve esaret hissi o nisbette kuvvet kazanır.

Bu ölçüler ışığında şimdiki hâl-i âleme baktığımızda, korkunun dağları aştığını görüyoruz. Aynı korku belâsıyla, baskı ve istibdadın daha da kuvvet kazandığına şahit oluyoruz.

Tabiî, söz konusu korkular tek çeşit ve tek parçalı değildir. Bunun muhtelif türleri, şubeleri vardır.

Bunları şöyle birkaç misalle netleştirmeye çalışalım:

Hemen her akıl ve vicdan sahibi biliyor ve görüyor ki, birçok sahada işler çığrından çıkmış:

Haksızlık-hukuksuzluk başını almış gidiyor.

Yargı sistemi fenâ halde politize edilerek rayından saptırılıyor.

Milyarlık ihaleler açık-şeffaf bir şekilde yapılmıyor.

Yatırımcı, yarına güvenle bakarak yatırım yapamıyor, işçi alamıyor.

Siyasî iktidar değişmediği halde, enflasyon ve hayat pahalılığı yıllardır bir türlü dizginlenemiyor.

İsraf dizboyu: Demokrasi tarihimizde hiç görülmemiş, hiç duyulmamış şekilde lüks ve israflı bir hayat tarzı tatbik ve terviç ediliyor. Vesaire.

Bu kahredici liste daha da uzatılabilir.

«

Yukarıda tasvir ettiğimiz feci tablo karşısında sus-pus olmak, tahkiki iman sahibi kimselerin takınacağı tavır değildir.

Ama, mesul olduğu halde, kimisi işimden-aşımdan olurum diye, kimisi makamdan-mevkiden mahrum kalırım diye korkarak, kimisi de "Neme lâzım... Aman şimşekleri üzerimize çekmeyelim" diye tırsarak susmayı, konuşmamayı, yazmamayı tercih ediyor.

Oysa ki, "Neme lâzım" hâli "istibdadın yadigârı"dır. Ki, bu tavır da mü'mine yakışmaz.

Bütün bunları ifade ederken, kafadan devlet-hükûmet düşmanlığı yapılsın demiyoruz, demeyiz de. Keza, hükûmetle mübareze edilsin, devletin kolluk kuvvetleriyle karşı karşıya gelinsin, kan dökülsün, yahut bilek güreşi tutulsun da demiyoruz. Zira, bunlar külliyen "menfî hareket" hesabına geçer.