"Boykotajlarla harb-i iktisadî"

Bir önceki günün (7 Ekim) yazı konusu da boykot ve "harb-i iktisadî" ile ilgiliydi.

Bundan 117 sene evvel Osmanlı'nın liman şehirlerinde görülen boykot ve protesto gösterileri, Avusturya'nın Bosna-Hersek'i kendi topraklarına ilhak etmesi sebebiyle vuku bulmuştu.

Demek ki, ateşli savaş olmaksızın da zalim ve işgalcileri caydırıcı ve onlara ders verici bazı faaliyetler yapılabiliyormuş.

*

Başlıktaki ifade, yine aynı günkü yazının son paragrafında geçiyordu. Bediüzzaman Said Nursî'nin Mayıs 1909'da Divân-ı Harp Mahkemesindeki müdafaasında kullanmış olduğu bu orijinal ifadeler, günümüz dünyasında geçerliliğini korumaya devam ediyor. Meselâ, ateşli silâhlarla hiçbir devletin geri adım attıramadığı zalim işgalci İsrail'e karşı bir "harb-i iktisadî" pekâlâ yapılabilir. Gerçi "boykot ürünleri" adı altında bir şeyler yapılıyor gibi görünüyor. Ama, bu hem bilinçli, tahkikli ve kontrollü değil, hem de devleti yöneten kadro maalesef bunun tam tersi yönde bir politika takip ediyor.

Şu da var ki, günümüz dünyasında, birçok ülkenin insanları kendi hükümetlerinin İsrail lehindeki politikalarına rağmen, onlar hem aleyhte protesto gösterilerinde bulunuyor, hem de gayet tahkikli bir şekilde İsrail markasını taşıyan ürünlere karşı boykotlarına devam ediyor.

Darısı, bizim ve diğer ülkelerdeki Müslüman toplumların başına...

*

Evet, zalimlere ve istilâcılara karşı mutlaka bir mücadele yolu takip edilmeli. Tabiî, mücadele gayreti kadar mücadele metodu ve takip edilen strateji de fevkalâde önemlidir. Aksi halde, mücadele kaybedilir, yahut karşı tarafa avantaj kazandırır; yapılan iş, düşmana yardım etmek hesabına geçer.

Bu noktada tarihten bir misâl verelim: 1918-22 yıllarında İstanbul'u işgal eden İngilizler, kendini çok faal ve hareketli gösteren hem İngiliz Muhibbân Cemiyeti, hem Kürt-Teâli ve hem de İslâm-Teâli Cemiyetlerinin her türlü hareketini kendi lehine çevirebildi. Zira, bu "zararlı cemiyetler"in hem çalışma metodu, hem mücadele stratejisi yanlış idi. Bu sebeple, İngiliz, onların içine nüfûz ederek hareket ve faaliyetlerini kendi lehine çevirdiği hâlde, Üstad Bediüzzaman'ın ifadesiyle "Ecnebî tesiratı, Darü'l-Hikmet'i kendine âlet edemedi." 1

Üstad Bediüzzaman, o tarihte Şeyhülislâmlık makamına bağlı "Darü'l-Hikmeti'l-İslâmiye" âzası olup, bu ilim-i irfan dairesinin zahiren hareketsiz kalmak sûretiyle, işgalci İngilizlere alet olmaktan muhafaza olunduğunu nazara veriyor.