Bediüzzaman Said Nursî'nin "Beşinci Şuâ" nâmını alan eserinin ilk telifi Meşrutiyetin tâ ilk yıllarına (1907-1908) kadar gidip dayanıyor. Bilâhare tekmil-tanzim edilerek neşeredildi.
Bu risale, Cumhuriyetin ilânından 15 sene kadar telif edilmesine rağmen, ne gariptir ki en çok Cumhuriyetin ilk yıllarında ve daha çok tek parti döneminde bu esere karşı takibat, tazyikat, muhakeme, müsadere muamelesi yapıldı.
Yapılan bu bed muamelenin asıl sebebi şudur:
Beşinci Şuâ, âhirzamana dair sahih rivâyetlerin tevil edilerek günümüz idrakine sunulan bir eser.
Kezâ, "Beşinci Şuâ, umumun ve bilhassa ehl-i ilmin imanlarını tashih edip kurtarıyor." 1
Bu harikulâde eserde, çok net bir şablon gözler önüne seriliyor. İlgili rivâyetlere göre Süfyanın kim, Deccalin kim olduğu, onlara dair işaret ve alâmetlerin neler olduğu hususu, kuvvetli bir yakîn ile izah ve ifade ediliyor.
Jakoben Kemalistler, Beşinci Şuâ'daki o şablonun M. Kemal'e uyduğunu görünce küplere bindiler: "Sen böyle şeyleri nasıl yazarsın" diye, Hz. Bediüzzaman ve talebelerinin üzerine hışımla gittiler. Eylül 1943'te 120 kadar talebesiyle birlikte Denizli Mahkemesine sevk ettiler. Orada da şiddetli ve hiddetli şekilde sorgu-suâle çektiler.
Ne var ki, yıllarca süren bu tarz inceleme, takibat ve tazyikat neticesinde, tutunabilecekleri hiçbir delil bulamadılar. ünkü bu eser Cumhuriyet kanunlarından evvel yazılmıştı. Nihayet, 1956'da temyiz makamından da beraat kararı gelince, diğer risalelerle birlikte Beşinci Şuâ da matbaalarda basılmaya başladı.
«
Bediüzzaman Hazretleri, Beşinci Şuâ'nın Kemalistleri fenâ hâlde evhamlandıracağını bildiği için, o eseri mahrem tutup saklıyordu. Ne var ki, aynı Kemalistler araştırıp taharride bulunarak Beşinci Şuâ'yı saklı olduğu yerden çıkardılar ve götürüp mahkemeye sundular.
Bu safha ile ilgili olarak 1930'ların sonunda Kastamonu Lâhikasında şunu ifade ediyor Üstad: "Beşinci Şua, yirmi beş sene evvel mesâili yazılan, yalnız bir-iki sayfa tatbikat ilâve edilip Şualar'a giren Beşinci Şua ellerine geçmesi ehemmiyetlidir. Fakat, bunda da bir hikmet var. Belki onlara, kendi mesleklerini bildirmek ve Cehenneme gidenin mahiyetini bilmek için fevkalâde iktidar haricinde bir kazâ-i İlâhidir, diye Cenab-ı Hakkın hikmetine ve inayetine ve hıfzına itimad edip merak etmeyiniz."
«
1944 yılı ortalarında beraatle neticelenen Denizli Mahkemesinden sonra, 1948'de aynı mesele bu kez Afyon Mahkemesinde gündeme getirildi. Bu safha ile ilgili olarak da Hz. Bediüzzaman, mahkeme huzurunda şunları anlatır:

3