"Beşer ve kader"e dair bir temel kaide

Konunun esasına dair önemli bir hatırlatma:

"İsmet" sıfatı, ilm-i kelâm literatüründe "Peygamberlerin Allah tarafından günah işlemekten korunması" şeklinde ifade ediliyor.

Temel kaide şudur: Beşer zulmeder, kader ise adâlet...

Üstad Bediüzzaman'ın tabiriyle, bu bir "kaide-i esâsiyedir."

Bu tabirin içinde yer aldığı ifade tam olarak şöyledir: "'Bir hâdisede hem insan eli, hem kader müdahalesi olduğundan, insan, zahirî sebebe bakıp, bazen haksız hükmedip zulmeder. Kader, o musibetin gizli sebebine baktığı için adalet eder' diye, Risâle-i Nur'da bir kaide-i esâsiyedir." (Kastamonu Lahikası: 148)

Bir otobiyografik eser olan "Tarihçe-i Hayat" isimli eserin "Barla Hayatı" bölümünde, "beşer ve kader" plânında başına gelenleri tahlil eden Bediüzzaman Said Nursî, aslında hepimiz için ders alınacak hikmetli hakikatleri anlatıyor.

Burada kendi hayatından misal veren Üstad, yukarıda naklen verdiğimiz aynı hakikati kendi nefsinde tatbik ederek, meselenin esasını şu sözlerle ifade ediyor:

"Başa gelen her işte iki sebep var: Biri zahirî, diğeri hakîki. Ehl-i dünya zahirî bir sebep oldu, beni buraya (Barla) getirdi. Kader-i İlahî ise, sebeb-i hakîkidir; beni bu inzivaya mahkûm etti. Sebeb-i zahirî zulmetti; sebeb-i hakîki ise adalet etti. (Age: 159)

Burada önemli bir nokta açıklık getirmekte fayda var: Günahsız olan peygamberlerin başına gelen ezâ-cefâ ile biz günahkâr kulların başına gelen belâ, musibet veya şefkat tokatları aynı şey değil. Bunlar kategorik olarak çok farklı manalar taşır.

Öncelikle peygamberler "ismet sıfatı ile muttasıf" oldukları için, onlar bizim gibi hata yapmak ve günâh işlemezler. Dolayısıyla, onların başına gelen dayanılmaz acılar da zecr veya şefkat tokadı sınıfına girmiyor. Onların yaşadığı her bir sıkıntının ayrı ayrı sebep ve hikmetleri var.

Dolayısıyla, hata ve günahlarımız sebebiyle başımıza gelen tokatları peygamberlerin hikmetli cefaları, eziyetleri ile karıştırmamalı ve kendimizi onlarla kıyaslamamalı.