"Atatürk" soyadı ve imzası kimin eseri

Jakoben (dayatmacı) Kemalistler, Mustafa Kemal'in her hâlini en ince ayrıntısına kadar medar-ı bahs ettikleri halde, bilhassa iki konuda sarf-ı nazar ederler. Onları es geçerler ve kendi aralarında bile gündeme getirmekten itina ile kaçınırlar.

Evet, özellikle iki konu var ki, onları zinhar görüşmek, konuşmak, tartışmak istemezler.

O mevzulardan birisi şudur:

Mustafa Kemal "Beni Türk hekimlerine emanet edin" dediği halde, ölümcül hastalığı esnasında neden Avrupa'dan, özellikle Fransa'dan ecnebi doktorlar dâvet edildi

İkinci konu da şudur:

Mustafa Kemal'e verilen "Atatürk" soyadı ile imza şeklinin başlangıç ve bitiş hikâyesi olabildiğince perdelenmeye ve gizli tutulmaya çalışılıyor. Acaba neden

Şimdi bahse konu olan hususları biraz daha açmaya çalışalım:

Mustafa Kemal'e "siroz" hastalığı teşhisi konulduktan bir süre sonra, Ankara'dan İstanbul'a gitmeye karar verdi. İstanbul'a son geliş tarihi 27 Mayıs 1938.

Hastalığının şiddetlenmesi üzerine, çok büyük bir bütçe ile satın alınıp dizayn edilen Savarona yatında kalmaya başladı.

1938'in Mart ayından itibaren toplam dört kez Türkiye'ye gelen Dr. Noel Fiessinger'in yanı sıra, ayrıca Dr. Bergmann, Dr. Eppinger ve diğerleri, özellikle Dolmabahçe'de görev yapan doktorlar heyeti içinde neden ön plâna çıkarıldılar. Türk doktorlar, neden geri plâna itildiler. Hele ki sonlara doğru, kontrol büyük ölçüde ecnebi doktorların eline geçti.

Toparlayalım: M. Kemal'in "Beni Türk hekimlerine emanet edin" sözünü dillerine pelesenk eden Kemalistler, aylarca tedavi gören ölümcül hastalığı süresince neden hep ecnebi doktorların devreye girdiğini, hastanın onlara âdeta emanet edildiğini hiç, ama hiç gündeme getirmezler, konuşmazlar, tartışmazlar. Bu ise, ciddi manada bir paradoks, bir ikilem oluşturmaya devam ediyor.

Gelelim, diğer konu olan "Atatürk" soyadı ve imzasının acip, garip, tuhaf hikâyesine...

Konuya 24 Kasım 1934 tarihli bir gelişmeden söz ederek başlayalım: Bu tarihte "Soyadı Kanunu" çıktıktan hemen sonra, "Atatürk" soyadının Mustafa Kemal'e verilmesi Meclis tarafından kabul edildi. Bu yöndeki teklifin sahibi, aynı zamanda Başbakan olan İsmet Paşadır. Çok kısa bir süre sonra, "Atatürk" soyadının Mustafa Kemal Paşadan başkasına verilemeyeceğine dair "kişiye özel" bir kanun çıkartıldı: 2587 sayılı kanun.