Bak ve gör

"Cenâb-ı Hakkın mâsivâsına, yani kâinata mânâ-yı harfi ile ve Onun hesabına bakmak lâzımdır. Mânâ-yı ismi ile ve esbab hesabına bakmak hatâdır." (Mesnevi-i Nuriye. )

Niye, diye bir soru gelirse, aklımıza Cevabını şöyle verebiliriz: Çünkü "...her şeyin iki ciheti vardır. Bir ciheti Hakka bakar, diğer ciheti de halka bakar. Halka bakan cihet, Hakka bakan cihete tenteneli bir perde veya şeffaf bir cam parçası gibi, altında Hakka bakan cihet-i isnadı gösterecek bir perde gibi olmalıdır. "1

Göz bakmak için yeterlidir, ama görmek için akıl, bilgi ve kalp gereklidir. Gözü olan herkes bakar, ama çoğu görmez. Yani insanların çoğu "bakar-kör" gibidir... Demek ki; "Bakmak" ve "görmek" farklı anlamlara gelmekte. Ama insanların çoğu aynı şey olduğunun kanaatindedirler.

Kur'an'da Cenab-ı Hak; "İşte onu gördünüz. Ama bakıp duruyorsunuz!" (Âl-i İmrân: 143) diye insanları uyarmaktadır. Ayrıca, "(Ey Resulüm!) Onları Sana bakar görürsün. Oysa onlar görmezler!" (A'raf: 198) Ayeti de, bakmakla görmenin farklı şeyler olduğunu ortaya koymaktadır.

Üstad Bediüzzaman bunu mealen şu şekilde açıklıyor: 'Olaylara, mevcudata mana-ı ismiyle bakıldığında varlıklardaki Cenab-ı Hakk'ın isimleri görülmez ama mana-i harfiyle bakılırsa, yani Allah hesabına bakılırsa, Cenab-ı Hakk'ın o varlıklardaki tecellilerini görebilir, anlayabilir ve Allah'ı bilmeye yol olur.'

Görme bir anlamda, insanların ve olayların sadece dış görünüşlerine değil, onların iç yüzlerine, perde arkası heves ve hedeflerine ve asıl niyet ve neticelerini görmedir. Buna da feraset veya basiret denmektedir.

Gerçekte, bakmak; düşünmek, değerlendirmek, incelemek ve irdelemek için bir araçtır. Amaç; hikmet ve hakikatleri görmek ve gereğini yerine getirmektir.