Üç üstad-ı külli

Bize Allah'ımızı tanıtan, anlatan, tarif eden üç büyük külli üstad vardır. Bunlardan birincisi Kâinat Kitabı denilen içinde yaşadığımız âlemdir. Bütün varlık, yaratılışında var olan hikmet diliyle, intizam kanunuyla, ölçü ve dengeye azami ölçüde riayet prensibiyle bize Rabbimizin varlık ve birliğini anlatır. O'nun sonsuz gücüne, kudretine, her şeyi kuşatan ilmine şahitlik eder.

İkincisi, Kur'an-ı Kerim'dir. Kur'an, kelam olarak mucize olduğu gibi, onun teklif ettiği din de sistem olarak mucizedir. Bu iki hal, Kur'an'ın ve tekliflerinin beşer eseri olmadığının en muhkem kanıtıdır.

Kur'an bize kâinatı anlatır. Kur'an bize kendimizi anlatır. Kur'an bize insan-ı kâmil olmanın yollarını öğretir. Kur'an bize, kötülüklerden kaçınmayı öğüt verir. Kur'an bize, iyiliklerle donanımlı olmanın çarelerini gösterir.

Kur'an, içinde yüzlerce ilim dalına ait nihai hükümleri barındırır; akıl ve fikirle ulaşılması imkânsız binlerce gayb bilgisini bilinir kılar. Kur'an aynı ders halkasında, en ami insanı da en bilgili filozofu da eğitir, terbiye eder. Kur'an, aşkınlığını ve taravetini daima korur, insanda asla bıkma, usanma gibi bir psikolojinin oluşmasına fırsat vermez.

Kur'an, Allah'tan başkasına isnadı mümkün olmayan kutsal bir beyandır. O bu durumunu her fırsatta tekrar eder; muarızlarını kendisi gibi bir söz söylemeye çağırır. Böylesi bir meydan okuyuşa şimdiye kadar hiç kimse cüret edip de cevap verememiştir. Ve hiç kimsenin bu meydan okuyuşa cevap veremeyeceğini de yine Kur'an mucize olarak bildirmiştir. Bu mucize haber veriş şimdiye kadar aksi bir duruş görmemiş, bundan sonra da görmeyecektir.

Üçüncüsü, Rahmetenlilalemin olan Peygamberimiz Efendimizdir. Evet, O'nun Allah'ın Resulü olduğunu ispat eden bütün deliller, bizim için Rabbimizi tanımaya vesile birer marifetullah öğretisidir.

Eğer o, Allah'ın gönderdiği bir elçi, bir peygamber olmasaydı yaşadığı o kusursuz hayatı yaşayamaz; bütün insanlığa rehber, en mükemmel edep öğretileriyle donanımlı hale gelemezdi. "Beni Rabbim terbiye etti ve edebimi güzel kıldı" buyurmuştu. Yani onun edebi, ona edebi öğreten bir Rabden haber veriyordu. Yaşadıkları da bu gerçeği doğruluyor, tasdik ediyordu.

Kendisinden önce geçmiş bütün hak peygamberlerin tevhid adına dediklerini aynen söylüyor; böylece onlarla aynı nübüvvet şeceresine bağlılığını ve söylenilen kelime-i tevhidin nasıl köklü, nasıl sarsılmaz bir hakikat olduğunu ispat ediyordu.

Ve yine o, nurani bir ağaç gibi kökünü nebilere bağlarken, milyonlarca yetişmiş veli meyveleriyle de aynı hakikatin bir başka veçhesine şahitlik ediyordu. Bu sayede, bütün nebilerin mucizeleri, bütün velilerin kerametleri onun şahsı manevisinde toplanıyor; böylece o, nebilerin mucizelerini, velilerin kerametlerini yansıtan parlak bir ayna haliyle bize Rabbimizin varlık ve birliğini, rahmet ve şefkatini gösteren büyük bir delil, görmezden gelinmesi imkânsız büyük bir burhan oluyordu.

Onun icraatındaki harikulade başarılar da yine Rabbimizi tanıtan deliller cümlesindendi. Hiç kimseden askeri eğitim almadığı halde, bütün savaşlarından galip ayrılmış, en zorlu anlarda bile ordusunu sevk ve idarede zerre kadar falso yaşamamış, daha sonra cihanı fethedecek yüzlerce kumandan yetiştirmiş bir erkân-ı harpti. Onun son on senesine sığdırdığı bu icraatı elbette mucizeydi ve bu mucizeyi ona veren de Allah'tı.