İman davamız

İman davamız

Latif Erdoğan

Düşünce dünyamızı sağlam temeller üzerine oturtmak zorundayız. Hele her şeyin her an değişebildiği günümüz dünyasında söz konusu temellendirme hayati önem arz etmektedir. En küçük sarsıntıda yıkılabilecek bina ne kadar tehlike altında ise, en küçük fikri dış müdahalede varlığını koruyamayacak kadar nahif düşünce dünyası da o kadar tehlike altındadır.

Düşünce dünyamızın en önemli kısmını inançlarımız oluşturur. İnançlarımız bizim dinimizdir. Allah katında tek din vardır; onun adı da İslam'dır. Bu, bütün semavi dinlerin ortak ismi İslam demektir. Din tekdir ve değişmez. Fakat şeriatlar zamana, şartlara ve toplumlara göre değişiklik gösterir. Şeriat, ibadetlerden, muamelattan ve ahlaki ilkelerden oluşur. Din ise iman esaslarını ihtiva eder. Her peygambere gönderilen din aynı olmakla beraber şeriatlar farklı farklıdır.

İman davasını omuzlayan ilmin adı Kelam ilmidir. Bütün peygamberlerin gönderiliş gayesi insanları dine yani imana davet olduğuna göre bu ilmi ilk peygamber Hz. Adem'e dayandırmak mümkündür. O'nun tevhit öğretileri, kendisine indirilen suhuf çerçevesinde Kelam ilminin de ana konularını oluşturur. Fark, icmal ve tafsil farkıdır. Yani o dönemde özetle anlatılan ana konular, daha sonra gelen Peygamberler tarafından açılmış, Peygamber Efendimiz ile bu açılım kemal noktasına ulaşmıştır.

O'nun yetiştirdiği güzide toplum sahabe imanda kazandıkları derinlikle temayüz etmiş; imanları onları peygamberlerden sonra en seçkin topluluk haline getirmiştir. İnandıkları Allah'a öyle inanmışlardı ki, Hz. Ali'nin ifadesiyle perde açılıp Rabbimi görsem imanımda bir ziyade olmayacak demek noktasına gelmişlerdi. İşte biz buna hakkalyakin iman diyoruz. Bütün sahabenin imanı böylesine derin, böylesine sağlam bir imandı.

Onlar, Kur'an'a da böyle bir imanla inandılar; onlar Peygamberimize de böyle bir iman ile inandılar; ahirete, meleklere, diğer suhuf ve kitaplara, diğer peygamberlere, kadere, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna hep böyle bir iman ile inandılar. Elbette imanları amellerine de aksetti; bu sayede amellerindeki keyfiyete başkalarının yetişmesi imkânsız hale geldi.

Öyle ki, Hasan-ı Basri gibi tabiinin en büyük şahsiyeti ile sahabe topluluğunun en gerilerinde kabul edilen Vahşi arasında mukayese yapılmak istendiğinde "Hasan-ı Basri, Vahşi'nin atının burnuna giren toz bile olamaz" denildi.

Bediüüzaman Hazretleri konuyla ilgili kendi iç tecrübesini şöyle aktarır: "Bir zaman kalbime geldi, niçin Muhiddin b. Arabi gibi harika zatlar sahabelere yetişemiyorlar Sonra namaz içinde "Sübhane Rabbiye'l Ala" derken, şu kelimenin manası inkişaf etti. Tam manasıyla değil fakat bir parça hakikati göründü. Kalben dedim: Keşke bir tek namaza bu kelime gibi muvaffak olsaydım, bir sene ibadetten daha iyi idi." Namazdan sonra anladım ki o hatıra, o hal sahabelerin ibadetlerindeki derecelerine yetişilemediğine bir irşattır." 27. Sözün Zeyli, İkinci Sebep)

Efendimiz şöyle buyurur: "Ashabıma sövmeyin. Nefsin elinde olan Allah'a yemin ederim ki, eğer biriniz Uhud dağı kadar altını Allah yolunda harcasa, bu onlardan birinin bir ölçek ya da yarım ölçek sadakasına yetişmez."