Büyük tehlikenin eşiğinde

Büyük tehlikenin eşiğinde

LATİF ERDOĞAN

"İnsanlardan öyleleri vardır ki, 'Ey Rabbimiz, bize bu dünyada ver' diye dua ederler. Böyle bir kimsenin ahiretten hiçbir nasibi yoktur. İnsanlardan öyleleri de vardır ki, 'Ey Rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ver, öteki dünyada da iyilik ver; bizi cehennem azabından koru' derler. İşte kazandıklarından bir payı olan bunlardır. Allah hesabı çok çabuk görür." (Bakara, 200- 202)

Dünyevileşmenin rağbet gördüğü aldatıcı bir dönemden geçiyoruz. Hayatlarını dünyada ebedi kalacak gibi programlayanlar, öteki dünyayı unutmanın ve unutturmanın amansız mücadelesini veriyor. Hepimiz bilerek veya bilmeyerek bu büyük tehlikenin eşiğinde yaşıyoruz.

İstanbul'a ilk geldiğim günlerdeydi. Kiralamak üzere bir apartman dairesine girdik. Emlakçı genç, odaları gezdiriyor. Fakat evde görmemi istemediği bir şeyler olduğu hareketlerinden belli. Ben pencerelere yaklaşınca o hemen pencereyle benim arama giriyor ve dikkatimi kendisine çekmeye çalışıyor.

Önce anlamadım. Pencerelerde bir arıza var sandım. Dışarıya bakınca büyük bir mezarlık gördüm. Meğer gencin görmemi istemediği manzara buymuş. "Oh, ne güzel dedim, her bakışta elmevtü hakkun/ Ölüm haktır hükmünü okuyacağımız bir manzara." Genç şaşırdı, abi, dedi, deminden beri orayı görmemen için uğraşıyorum. Kimi getirdiysem evi beğendi; fakat kabristanı görünce kiralamaktan vazgeçti.

Efendimizin, "Lezzetleri acılaştıran ölümü çok zikredin", buyruğunu hatırladım. Dudaklarımdan Kehf suresinin şu mealdeki ayetleri dökülmeye başladı:

"Onlara dünya hayatına dair şu örneği de ver: O gökten indirdiğimiz su gibidir; o su sayesinde yerdeki bitkiler gelişip birbirine karışır, sonra da bu bitkiler rüzgârın savurduğu çerçöp hâline gelir. Allah her şeye muktedirdir.

Servet ve oğullar dünya hayatının süsüdür; kalıcı olan iyi davranışlar ise rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı hem de ümit bağlamaya daha layıktır.

Bir gün dağları yürüteceğiz ve yeryüzünü dümdüz göreceksin. Hiçbirini geride bırakmaksızın onları da mahşerde toplarız.

Artık hepsi sıra sıra rabbinin huzuruna çıkarılmışlardır. (Onlara) 'Ant olsun ki sizi ilk defasında yarattığımız gibi (tek başınıza) bize geldiniz. Oysa size asla bir buluşma zamanı tayin etmediğimizi sanmıştınız.'

Artık kitap ortaya konmuştur; suçluların onda yazılı olanlardan korkuya kapılmış olarak, 'Vay halimize! Bu nasıl kitapmış! Küçük- büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!' dediklerini görürsün. Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye zulmetmez." (Kehf, 45- 49)

O esnada senelerce önce dinlediğim bir anekdotu hatırlamam içimi yaktı: Saraç dedem (Annemin babası) anlatmıştı. Bir gün babamın babası olan İmam dedeme (Tufan Hoca) yukarıdaki ayetlerin anlamını sormuş. Dedem öylesine ağlamış ki, oturduğu yerden yere yığılmış. Saraç dedem sorduğuna pişman onu teskine çalışmış… Gözlerim yaşla doldu. Emlakçı gencin üzgün bakışlarını da yaşaran gözlerime misafir edip ayrıldım.