Bütün çeşitleriyle kâfirler veya Heniyye için taziye

İman-küfür mücadelesi kıyamete kadar devam edecektir. Öyleyse müminlerin hem maddi cihadı hem de irşat ve tebliğ adına yürütecekleri manevi cihatları da kıyamete kadar sürecek demektir. Bu açıdan da hem maddi cihat hem de manevi cihat adına donanımlı olmak; ehl-i küfre karşı galebe çalmanın ön şartıdır, fiili dua hükmündedir.

Kur'an-ı Kerim, Tur Suresinde bize kıyamete kadar gelecek kâfirlerin bütün varyasyonlarını anlatır; onları ilzam etmenin usulünü talim eder, öğretir.

Bunlar, Peygambere (haşa) kâhinlik, mecnunluk isnat edenler. Peygamberin şair olduğunu söyleyenler. Kur'an'ı kendisinin yazdığını dillendirenler. Vahyi, aklın emrine vermeye yeltenenler. Haddini aşmış bütün tağilerHiçbir ölçü ve kayıt tanımayan azgınlar, sapkınlar. Yaratıcı bir gücün varlığını kabul etmeyenler. Kendilerini yaratıcı görenler. Gökleri ve yeri kendilerinin yarattığını sananlar. Allah'a ait hazineleri kendi mülkleri bilenler. Kendilerini tek egemen güç kabul edenler. Sanki göklere merdiven kurmuş da oraları dinliyorlarmış gibi, gizli bilgi adına insanları kandıranlar, yönlendirenler; gayb bilgisi konusunda Kur'an ile yarışmaya kalkanlar. Meleklerin Allah'ın kızları olduğunu söyleyenler ya da Allah'a evlat isnat edenler. Peygamber onlardan hiçbir ücret istemediği halde, dinin zekât emrini bahane ederek bunu borç altında ezilmek gibi görenler. Yazdıklarının, söylediklerinin kimsenin bilemeyeceği gayb bilgisi olduğu iddiasında bulunanlar. Müminleri saptırmak için her türlü hile ve oyuna başvuranlar. Allah'tan başka ilah olduğunu savunan müşrikler. (Tur, 29-43)

Hâlbuki bir insan kâhinse mecnun değildir; şairse, kâhin de değildir, mecnun da değildir. Hele bu insana kendilerinin dahi inanmadıkları Kur'an'ı kendisinin yazması gibi bir aşkın akıl ve zekâ isnat ediliyorsa, bu insan ne kâhindir, ne mecnundur, ne şairdir. Kur'an gibi bir kelamı hiçbir beşer söyleyemediğine göre ve dahi o şahsın kendi sözleri dahi asla Kur'an'a benzemediğine binaen bu isnat en büyük yalan, en büyük iftiradır. Hele hayatında bir kere bile ağzından yalan çıkmamış emine Allah'a karşı yalan söylemeyi yakıştırmak iftiraların en alçağıdır.

Aklın vazifesi vahyi anlamaya çalışmak olması gerekirken; vahyin bilgi verileri aklın sınırlarının çok ötesinde olduğu bir gerçekken hayatın her alanında aklı hâkim güç kabul etmek; iyiye kötüye, güzele çirkine, doğruya yanlışa, hayra ve şerre karar vermeyi aklın hakkı kabul etmek aklın kendisiyle ve aklın varlık gerekçesiyle tenakuza düşmek demektir. "İdraki meali bu küçük akla gerekmez Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez."

Hevalarını ilah edinmiş, nefislerine tutsak olmuş kişilere, dinin emir ve yasaklarıyla gelen sınırlandırma elbette ağır gelecektir. Böylesi zavallılar, dinin tekliflerinden gelen küçük bir ağırlıktan kaçarken, feleğin tersine dönüşü gibi, bütün his ve duyguların, bütün endişe ve korkuların hücumuna maruz kalarak dinin tekliflerinden gelen ağırlığın binlerce katını bellerine ve başlarına yüklemiş olurlar. Ellerinden giden her nimet onların vicdanlarında ebedi ayrılık yarası açar, ölüm yokluğa giden yol, kabir hiçliğe açılan kapı olur. Muhtemel bela ve musibetler dahi onların yaşama zevkini ellerinden alır; tesadüflerin anaforunda savrulur dururlar.