O kamyonlar, aslında sevdikleri için hak ettiğinden eksik yaşamış bir ömrün yükünü taşıyordu...
Babam vefat ettiğinde dolu dolu yaşadı rahmetli deniliyordu; rengârenk pasaportlarıyla neredeyse tüm dünyayı gezmişti. Sadece bir bavulla veya el çantasıyla seyahat ederdi; hassas bir kalbi vardı ama konu işyeri olunca bambaşka bir letafet gerekiyordu.
Babamın eşyalarını gönderirken, bal arısını düşündüm. Bir bal arısının zahmetli yolculuğu da böyle başlar: Kayıptan, özün peşine düşmekle. Binlerce çiçekten topladığı özü, kovanın kuytu köşesinde, işlenmiş bir safiyete dönüştürür. O bal, ne kadar çok petek gözü boş kalırsa, o kadar yoğun ve kıymetlidir. Minimalizm denilen o kadim duruş, insanın zihin kovanındaki fazlalığı atıp, geriye sadece balı bırakma sanatıdır. Mesele, sadece mülkü azaltmak değil; asıl amaç, zihinsel curcunadan arta kalan o düşünsel özü, o bereketi yaratmaktır.
Fazlalıklardan feragat ettiğimiz her adım, ruhumuzun özünü arıtan, stresi kovandan uzaklaştıran ve bizi hayata karşı daha etkin kılan görünmez bir inşadır. Hayatın bize yığıp durduğu o polen yükü, farkında bile olmadan üzerimizde bir basınç oluşturur. Oysa, bilgelik tam da bu yığını arı duru bir iradeyle atmayı bilmektir.
İtiraf edeyim: Ben de minimalizmi yalnızca bir akım sanıyordum, ta ki 2019'da işimi bırakmak zorunda kalana kadar. Zorunlu sadelik bana, asıl özgürlüğün sahip olduklarımızda değil, sahip olmadıklarımızda gizli olduğunu öğretti. Çünkü bazen bir hayatı sadeleştirmenin yolu, bir hesap ekstresinden geçer. Kovandaki ilk temizlik mali peteklerde başlar. Hesap dökümlerimiz, üzerimizdeki gereksiz yüklerin en somut göstergesidir. İhtiyacımız olmayan her bir faturayı, her bir otomatik ödemeyi budamak; malımızın hacmi ne olursa olsun, nefes alma özgürlüğümüzü genişletir. İşte bu zahmetten süzülen ilk bereket, mali bağımsızlığın getirdiği o hafifliktir.
"Ama az şeyle yaşamak yoksulluk değil mi" diye sorabilirsiniz. Hayır. Çünkü yoksulluk, yokluğun baskısıdır; minimalizm ise bilinçli seçimin zenginliğidir. Hesapları arıttıktan sonra, kovanın diğer köşeleri de temizliği bekler: Dolaplardaki, çekmecelerdeki, köşelerdeki sessiz yığınlar. Geçen aylarda İstanbul'da 75 yaşındaki Ayşe Hanım'la tanıştım. Emekli maaşının yarısını, dolabındaki 15 yıldır giymediği kıyafetlerin naftalin kokmaması için harcıyordu. Oysa Türkiye'de ortalama bir hanenin yaklaşık bir maaş tutarında, kullanılmayan eşya barındırıldığı gerçeği ortada. Hâlbuki, Avrupa'daki gibi, bu eşyaları ihtiyaç sahiplerinin alabileceği bir mekanizma ile usulca bırakabilsek; kovanımızdaki boş petek gözünü işgal eden işlenmemiş birer hamur, hem toplumsal hem de bireysel bir rahmete dönüşür. Nitekim bazı belediyelerimiz, kovanda boş petek gözü bırakmamak adına, paylaşım mekanizmaları kuruyor. Bu örneklerin çoğalması, balın sadece biriktirilmediği, paylaşıldığı bir kovanın teminatıdır.
Aynı yalınlık, ilişkilerimize de sirayet etmeli. Yorucu, olumsuz ve yüzeysel insanlara tutunmak yerine; enerjimizi anlamlı ve nitelikli bağlara saklamak. Aynı yalınlık, zamanımızı nasıl harcadığımıza da yansımalıdır. Eğer bir ana amacımız yoksa, zamanımızı her şeye ayırırız ve önemli olanın ne olduğunu şaşırırız. Gerçekte, zamanımız, sahip olduğumuz

44