Karadeniz yaylalarının serinliğini getiren o tatlı rüzgârı, çay yapraklarının hışırtısını ve derelerin binlerce yıldır aynı tonda akan şırıltısını duyarak başlayalım. Doğanın bu dingin tablosu, hayatın o unuttuğumuz düşük frekanslı ritmini hatırlatır: yavaş, sabırlı ve kalıcı olanın gücünü. Oysa sahnenin hemen arkasında, tarihten bugüne sızan bir trajedi vardır. Necip Fazıl Kısakürek'in 1939'da kaleme aldığı "Künye" oyunundaki Gazanfer Bey, vatan, disiplin ve şeref gibi uzun soluklu değerlerin sarsılmaz savunucusudur. Fakat kendini, çürüyen bir imparatorluğun çıkar çatışmaları, entrikaları ve günü kurtarmaya odaklı kaotik temposu içinde bulur. Onun dramı, bir "frekans uyuşmazlığı"dır: uzun vadeli bir ritimde yaşamaya çalışan bir ruhun, kısa vadeli hesapların gürültüsüyle boğulması.
Bugünün Türkiye'si, bu metaforu devasa ölçekte yeniden yaşarken, hayatın en temel paradokslarından biriyle yüzleşiyor: Mutluluğu doğrudan kovalamanın insanı daha mutsuz etmesi gibi, bir millet de anlık refahın ve günübirlik çözümlerin ne kadar hırsla peşine düşerse, uzun vadeli istikrardan o kadar uzaklaşabilir. Bir yanda saniyeler içinde değişen piyasa verileri ve dijital dünyanın yarattığı panik dalgalarıyla "ultra yüksek frekanslı" bir gürültü var. Diğer yanda ise nesillere yayılan projeler; Milli Teknoloji Hamlesi, 2053 net sıfır emisyon hedefi ve eğitim reformu gibi sabır isteyen "düşük frekanslı" girişimler bulunuyor. Türkiye, bugünlerde ulusal bir frekans ayarı yapmaya, günlük krizlerin kakofonisini kısmaya ve enerjisini geleceği ören derin sistemlere yönlendirmeye çalışıyor. Bu, sancılı ama bilinçli bir egemenlik arayışıdır.
Çağımızın en yaygın aldanışı, her şeyin aynı hızda değiştiğini varsaymaktır. Oysa her sistemin kendi ritmi, kendi "güncelleme frekansı" vardır. Borsa dakikalar içinde dalgalanır; ama bir şirketin gerçek değeri yıllar içinde şekillenir. Türkiye'nin ekonomik istikrar arayışı da bu gerçeği kabul etmekle başlıyor. Kur Korumalı Mevduat'ın sonlandırılması ve parasal sıkılaşma, birer "frekans filtresi"dir. Paraziti azaltan DAB (Digital Audio Broadcasting) sistemi nasıl çalışıyorsa, bu politikalar da günlük hayatın gürültüsünü kısmayı amaçlıyor. Çünkü hayatın temel paradokslarından biridir: bir şeyi ne kadar kontrol etmeye çalışırsak, aslında onun kontrolü altına gireriz. Gündelik dalgalanmaları kontrol etme çabasından vazgeçerek, uzun vadeli rota üzerinde daha fazla söz sahibi olmak… İşte bu, bir orkestrayı dinlerken kemanın melodisini bastıran uğultuyu temizleyerek ana ezgiyi duymaya benzer.
Bu sessizleştirilmiş zeminde, büyük projelerin sesi daha net duyuluyor. Çünkü gerçek başarı, doğrudan kovalanan bir hedef değil, sabırla ve anlamla yürütülen işlerin bir yan ürünüdür. Yüksek teknoloji üretiminde kırılan rekorlar, sadece birer rakam değil, bir saat mekanizmasının yüzlerce parçayı aynı ritimde çalıştırması gibi, bir ekosistem kurma iradesidir. Sakarya Gaz Sahası'nda artan üretim, anlık bir kazanım değil, enerji bağımsızlığının köklerini derinlere salan bir adımdır. Eğitim reformu da aynı şekilde, bugünün sınav sonuçlarıyla ölçülemez; tıpkı kökleri toprağın derinliklerinde yavaş yavaş büyüyen bir meşe ağacı gibi, yirmi yıl sonra vereceği gölgede anlaşılır.