Tren

Beni tanımanıza gerek yok.

Hangi vagonda olduğumun, biletimin sınıfının veya hangi istasyonda ineceğimin hiçbir önemi yok.

Gözlerimi görmüyorsunuz. Ben sadece, bu uzun yolculukta arka koltukta oturan, camdan dışarıyı izleyen o "yabancı"yım.

Ve bu, aslında en güzeli.

Çünkü kimlikler aradan çekildiğinde, geriye sadece "yolculuk" ve "biz" kalıyoruz.

Bu tren, dillerin gürültüsüyle dolu.

Ön vagonlarda diplomatlar İngilizce, tüccarlar Çince, siyasetçiler süslü Türkçe konuşuyor. Herkes bağırıyor, herkes haklı, herkes bir şeyler anlatıyor. Rayların gürültüsü, kelimelerin gürültüsüne karışıyor.

Ama arka vagonda, kucağındaki çocuğun ateşinin düşmesini bekleyen bir annenin sessiz duası hangi dildedir

Cam kenarında soğuktan büzüşmüş birinin, üzerine örtülen cekete sığınışı hangi gramer kuralına uyar

Yoktur bunların dili. Bunlar tercümana ihtiyaç duymaz.

Benim görevim makinistliğe soyunmak veya rayların nereye gittiğini bilmişlik taslayarak anlatmak değil.

Tek derdim, bu gürültülü metal yığınının içinde unuttuğumuz o sessiz hali hatırlamak.

Siz beni görmeseniz de, ben o hali biliyorum. O hal; kompartımanda birbirimizin gözünün içine bakıp, hiçbir kelime etmeden "Seni anlıyorum"