Tehir sanatının gizli efendileri

O orada, hemen yanı başında durur. Gecelerdir aynı sayfada açık kalmaktan kenarları kıvrılmış o kitap. Hafızanın kuytularına ertelenmiş o mühim telefon konuşması. Başlamak için ilhamın en parlak ânını bekleyen o bembeyaz sayfa. Harekete geçmek için her şey müsaittir; zaman vardır, imkân vardır, niyet dahi bir anlığına belirip kaybolmuştur. Lakin beden hareket etmez, zihin başka meşgalelerin, daha ehemmiyetsiz ama daha kolay avuntuların sularında gezinir. Bu hisse bir isim koymakta zorlanırız; tembellik desek haksızlık olur, iradesizlik desek fazla acımasız. Bu, daha kadim, daha derinden gelen bir atâlet halidir; sanki ruh ile eylem arasına görünmez bir kalkan gerilmiştir.

Bu halin, şahsiyetimize özgü bir kusur yahut bu çağa mahsus bir hastalık olduğunu vehmetmek, meselenin özünü ıskalamaktır. Karşı karşıya olduğumuz şey, binlerce yılın avcı-toplayıcı tecrübesiyle yoğrulmuş fıtratımızın, bugünün dünyasının baştan çıkarıcı fısıltılarıyla imtihanıdır. Zihnimiz, ani tehlikelere karşı tetikte olmaya ve anlık ödülleri yakalamaya ayarlanmıştır. Gelecekteki büyük bir başarının soyut vaadi yerine, şimdiki anın küçük ve somut bir hazzını tercih etmesi bu yüzdendir. Ertelenen her işin ardında, aslında bizi o işin zahmetinden, başarısızlık endişesinden veya anlamsızlık hissinden korumaya çalışan bu ilkel muhafız vardır. Lakin bu muhafızın koruma kalkanı, zamanla ruhumuzu esir alan bir zindana dönüşür.

Bu durumu en iyi anlatan kadim hikâyelerden biri, Odisseus'un Sirenler'le olan imtihanıdır. Sirenler, denizcileri büyüleyici şarkılarıyla kendilerine çeken, lakin o sese kulak verenleri bir daha geri dönülmez bir sona sürükleyen varlıklardır. Onların şarkısı, bugünün dünyasındaki dikkatimizi çelen, bizi asıl gayemizden koparan sayısız çağrıya ne kadar da benzemektedir. Bitimsiz bir merakla aşağı kaydırdığımız ekranlar, lüzumsuz malumat yığınları ve hepsinden daha tehlikelisi, büyük e-ticaret sitelerinin "oyunlaştırma" adı altında gençlerin umutlarını bir çarkıfelek misali döndüren, onlara kolay kazanç vaadiyle anlık zaferler ve sanal alkışlar sunan sistemleri... Bunlar artık masum birer oyalama değil, adeta dijital bir kumarhanenin en gürültülü ve en tehlikeli şarkısına dönüşmüştür. Bu yeni Sirenlerin, koca bir neslin emeğe ve sabra olan inancını her gün biraz daha aşındırmasını bir kenardan izleyip bu meseleyi ertelemek, toplumumuz adına Odisseus'un basiretsizliğine ortak olmak demektir. Halbuki aklın ve bilgeliğin yolu, tıpkı o kadim hikâyede olduğu gibi, tehlikeyi adlandırmaktan ve ona karşı ortak bir siper inşa etmekten geçer. Belki de acilen Ticaret Bakanlığı öncülüğünde kurulması gereken ve konunun tüm taraflarını bir araya getirecek bir çalışma grubu, bu yeni Sirenlerin sesini kısacak o 'balmumunu' ve toplumu koruyacak o 'halatları' bulabilir. Bizi, hayatımızın en mühim eserini inşa etmekten alıkoyar; çünkü bir eser meydana getirmek sabır, emek ve cehd gerektirir. Sirenlerin şarkısı ise zahmetsiz ve anlık bir haz sunar.

Erteleme anlarında, aslında üç temel Siren şarkısına teslim oluruz. Birincisi, "Gelecekteki Mucizevi Ben" şarkısıdır. Bu şarkı bize, yarınki kendimizin bugünkünden daha enerjik, daha zeki ve daha disiplinli olacağını fısıldar; bugünün ağır işlerini o efsunlu geleceğe havale etmenin ne kadar akıllıca olduğunu söyler. İkincisi, "Mevcudun Konforu" şarkısıdır. Bu, en tehlikelisidir. Yeni bir işe başlamanın getireceği o tatlı belirsizlik ve risk yerine, bilinenin ve alışılanın o uyuşturan güvenli limanında kalmayı telkin eder. Üçüncüsü ise, zorlu bir işin karşısına dikildiğimizde hissettiğimiz kaygı, korku veya sıkıntıdan bizi kaçıran "Hissiyat Kalkanı" şarkısıdır. Zihin, bu nahoş duygularla yüzleşmektense, kendini Sirenlerin oyalayıcı melodisine bırakarak anı kurtarır.