Masada iki fincan. Gece boyu uykusuz kalmış bir zihinle, sabaha karşı kalemi arayan bir elin birbiriyle buluştuğu an; dışarıda, camın arkasında bir keder sarkıyor göğsüne: Gazze'den yükselen dumanlar, yeni demlenen bir öfke gibi yayılıyor odanın duvarlarına. Kapıdan içeri sızan kahve kokusu gibi, haberlere sızan acı; ne kadar taze, ne kadar yakıcı. Uyandığınızda dünyanın tadı acılaşıyor, fark ediyorsunuz: İsrail barışı hiçe sayıp Gazze'yi vurmaya devam ediyor. Ve insan, bir çekirdek gibi göğsüne sakladığı umutla tutunmaya çalışıyor yaşama.
Kahve çekirdeği taze ise, düşünce berrak olur derler. Oysa son günlerde, dünyanın düşüncesi kadar çekirdeği de kavrulmuş, acısı damağa yapışmış durumda. Veriler suskun değil: Her yeni bombardımanın ardından kayıt altına alınan yıkım, uluslararası ajansların saat başı geçen ölüm miktarı; rakamlar kuru, gerçek ise iri bir taş gibi kalbin ortasına yerleşiyor.
Dünyanın diplomasi dili, çoğu zaman acıyı sayılarla ölçüyor; ateşkes çağrıları samimiyetten uzak, barış ise çoğu zaman bir müzakere masasında unutulmuş bir dosya olarak bekliyor. Devletler kendi güvenliğini öne sürerken, insanlığın güvenliği gözden kaçabiliyor. Ancak tarih hep şunu gösterdi: Hakikatin terazisi, yalnızca kazananın ağırlığını değil; kaybedenin sessizliğini de yazar. Bugün Gazze'de kaybedilen sadece toprak değil; insanlığın ortak vicdanı, adaletin sesi ve en temelde, umuda dair en küçük çekirdek.
Ekonomi bilimine göre veri, gerçekliğin en açık yüzüdür. Son iki haftada insani yardım koridorlarının açılmasına dair başlayan küresel kampanyaların kaynağı, sosyal medyada bir etiket kadar hızlı yayılırken; uluslararası borsalarda Risk Primi tablosu, Gazze'deki insani trajediyle ters orantılı biçimde tırmanıyor. Paranın sıcaklığı, acının sıcaklığında eriyor. Ve her fincan kahve, sofraya oturulan her gün, biraz daha anlamını yitiriyor barış uzakta olduğu için.
Ama bu karşı-argüman eksik: Çünkü akıl ne kadar savunmaya çalışırsa çalışsın, adaletin terazisi her zaman kazananın tarafında kalmaz.

26