Sonuçları zorlamayı bırak

Genç bir bestekâr, ruhunun bütün tellerini akıttığı partisyonu piyanonun üzerine koyduğunda nefesini tutmuştu. Yıllarını verdiği üstadı karşısında oturuyordu ve şimdi, o son notanın havadaki titreşimi söndüğünde, dudaklarından dökülecek tek bir onayı, bir "olmuş" fısıltısını bekliyordu. Parmakları tuşlara son kez dokundu. Eser bitti. Salonda derin, çok derin bir sessizlik oldu. Üstat, alkışlamak yerine sakince uzandı ve piyanonun kapağını yavaşça kapattı.

İşte o an, modern sosyolojinin öncülerinden Erving Goffman'ın tarif ettiği o büyük beşerî sahnenin ta kendisiydi. Genç bestekârın üstadın gözlerinde aradığı şey, Goffman'ın "yüz" dediği o cilalı, kamusal benlik imajının onaylanmasıydı. Ancak her yüzün ardında iki temel ihtiyaç çatışır: Eylemlerimize kimsenin karışmamasını isteyen özerk benliğimiz ve anlaşılmayı uman anlaşılma bekleyen çehremiz. Kapanan piyano kapağının sesi, bestekârın anlaşılma bekleyen yüzüne atılmış sessiz bir tokattı. O an maske düştü ve ruhunda kopan fırtına, şu dizelerden başkası değildi:

"Sen dokununca, o eski çatlak büyüdü yine; Yüzümün yansıdığı ayna bin parçaya bölündü."

O gün anlamamıştım. Üstadın kapattığı şeyin, o güzelim beste değil, benim alkışlara ve sonuçlara olan körü körüne bağlılığım olduğunu çok sonra fark edecektim. O an hissettiğim utanç ve öfke, beni hayatım boyunca iki tehlikeli uca savurup duran zehirli bir yakıttı: kontrol yanılsaması. Bu takıntı yüzünden ya "Zaten hiç istememiştim" diyerek kendi kutsal zeminimden kaçıp küçüldüm ya da egomu bir zırh gibi kuşanıp haklılığımızı ispatlamak için şişindim. Oysa asıl bilgelik, araştırmacı Brene Brown'ın dediği gibi, ne küçülmek ne de şişinmekti; insanın kendi kutsal zemininde dimdik durabilmesiydi.

O zemin, sonuçların ne olacağından bağımsız olarak, kim olduğumuzu ve değerlerimizi bildiğimiz yerdir. Sağlıksız bir sonuç takıntısının göğüste yarattığı o sıkışma, o ölüm kalım telaşı yoktur orada. Sadece esneklik, toprağa sağlam basma ve yanılıyor olma ihtimaline bırakılmış bir kapı vardır. Yıllar sonra anladım ki, zafer, istediğin sonucu elde etmek değil; süreçte kimliğini kaybetmemektir.