Köpükler ve derin akıntı

Zihnimizin kapılarını araladığımız her yeni gün, bizi asırlık bir pazar yerinin bitmek bilmeyen velvelesiyle karşılıyor. Bu, sadece sokakların curcunası değil; manşetlerin çığlıkları, ekranların titreşimi, sosyal medya akışlarının suni neşesi ve kendi iç konuşmalarımızın o yorucu ahenksizliğidir. Sürekli aynı replikler, aynı öfke nöbetleri, aynı sahte sevinçler, aynı korku fısıltıları… Hep aynı eski şarkının tekrarlanıp duran bozuk bir plağı gibi. İnsan, bu gürültülü arenanın ortasında, kalabalığın içinde yapayalnız hissediyor; çünkü bağırışlar o kadar çok ki, kimse kimsenin sahici sesini duymuyor.

Bu kaosun boğucu atmosferine karşı, insanın ruhu içgüdüsel olarak iki farklı sığınak arıyor. Birincisi, son zamanlarda sıkça gördüğümüz o asil geri çekilme: nitelikli yalnızlık. Gürültüden ve yüzeysellikten bunalan ruh, kendi sınırlarını çiziyor ve kapılarını dünyaya kapatıyor. Kendine, toprağına emek verdiği, sadece en seçkin dostlarını içeri aldığı, sükûnetin ve derinliğin hüküm sürdüğü derûnî bir bahçe inşa ediyor. Bu, kalabalığın anlamsız dayatmalarına karşı bir direniş, bir kaçış biçimidir. O curcunayı terk edip, huzurlu sığınağın sessizliğine sığınmak, çağımızın en bilgece eylemlerinden biri haline geldi.

Oysa bu gürültülü pazar yeri, denizin hemen kıyısında, dalgaların en çok köpürdüğü yerde kurulmuştu. Ve ironinin en keskin haliyle, bu yol haritasını bana çizen, ulu şehrin tam kalbinde yaşayan kutlu ve bilge bir dost oldu. Milyarlarca dolarlık servetini hisse senetlerine değil, insan doğasının ve zamanın desenlerine yatırmış bir yatırımcının felsefesi... O, bu velveleyi terk etmekle kalmıyor; bir denizin kenarına oturup, dalgaları seyrediyordu. Ve diyordu ki: "İnsanların çoğu, denizin yüzeyindeki köpüklere ve anlık dalgalara bakarak hayatlarını yönlendirir. Ben ise o köpüklerin altındaki, denizin asıl yönünü ve gücünü belirleyen derin akıntıyı okumayı öğrendim."

İşte o anda idrak ettim ki, hayatın bütün sırrı bu deniz börülcesi kokulu derinlikte saklıydı. Bu sır, olan biteni görmezden gelmek değil, geçici gürültü ile kalıcı gerçeklik arasındaki o derin farkı bilgece ayırt edebilmekti. Köpükler göz kamaştırır, bir an için parlar ve söner; sesleri yüksek çıkar ama denizin yatağını değiştiremezler. Binlerce yıllık tarihsel yörünge ve millet iradesiyle şekillenmiş bir meşruiyetin, binlerce kilometre öteden 'verilmeye' çalışıldığı bir söylem de, işte böyle bir köpüktür. Bu tür açıklamalar, güç gösterisi olarak yorumlansa da, aslında derin akıntı karşısındaki geçici bir çırpınıştan ibarettir. Derin akıntı ise; teknolojinin karşı konulmaz ilerleyişi, demografik dönüşümler, iklimin değişen matematiği ve en önemlisi, bir milletin kaderini çizen o tarihsel yörüngedir.

Bu yatırımcının dehası, finansal bir yetenekten öte, psikolojik bir zaferdi. Çünkü kalabalık köpüklere bakıp panik içinde alıp satarken, o derin akıntının sessiz gücünün on yıl sonra varacağı limanı hesaplayarak sakince tohumlarını ekiyordu. Ve fısıldıyordu: "En zor kısım bu stratejiyi bilmek değil, onu uygulayacak psikolojiye sahip olmaktır. Çünkü