Kolay bilginin ağır bedeli

Kulaklıklarınızı bir anlığına çıkarın. Etrafı saran o kesif sessizliğin içinde, bir fısıltı gibi değil, bir dağ gibi duran o kadim soruyu duyun: Her şeyin bir sese, bir akışa, anlık bir gürültüye dönüştüğü bu çağda, gözlerimizi bir kâğıdın üzerine eğip kelimelerin sessizliğinde kaybolmanın ne hükmü kaldı Mademki en girift romanlar, en derin felsefeler artık bir tıkla kulağımıza fısıldanıyor, o halde sayfaları çevirmenin o zahmetli ritüeline neden hâlâ muhtacız Belki de asıl sormamız gereken, bu zahmetsizliğin bize ödettiği ağır bedelin ne olduğudur. Bu, nostaljik bir alışkanlık mı, yoksa ruhumuzun vazgeçemediği mahrem bir ibadet mi

Sorunun cevabı, beynimizin o gizemli dehlizlerinde, kelimelerle kurduğumuz ilişkinin doğasında saklı. Zira dinlemek ile okumak, aynı hedefe giden iki farklı yolcuya benzer; ikisi de "anlamak" denen o muazzez menzile varmak ister, ama yolculukları, yolda gördükleri ve geride bıraktıkları bambaşkadır.

Dinlemek, bir nehirde akıntıya kapılmak gibidir; ses sizi alır, kendi ritminde, kendi yatağında sürükler. Konuşmacının temposuna teslim olur, onun durduğu yerde durur, onun coştuğu yerde coşarsınız. Zihniniz, o akışkan ses selinden anlam damlalarını yakalamak için sürekli bir hafıza teyakkuzundadır; kelimeler birbirinin içinde eriyerek akar ve siz o çağıltının içinde manayı avlamaya çalışırsınız. Bu, bir bestekârın eserini tek bir sanatçının yorumuyla dinlemeye benzer; etkileyicidir ama sizi yorumun sınırlarına hapseder. Pasif bir teslimiyetin getirdiği baş döndürücü bir kolaylıktır; bir misafirliktir.

Ve tarih, en ağır bedellerin genellikle en konforlu yollarda ödendiğini fısıldar. Okumak ise bir mimarlıktır; kelimelerden bir zihin sarayı inşa etmektir. Harflerin şeklini tanımak, onları seslere, sesleri manalara ve o manaları birleştirip cümlelerden kubbe, paragraflardan duvarlar örmek… Her bir virgül bir mola, bir nefes alma durağıdır; her bir nokta, üzerine tefekkür edilecek sağlam bir zemindir. Bu ise aynı eserin bizzat notasına inmektir; her bir notayı, her bir es'i (sus işaretini) kendi ruhunda yeniden bestelemektir. Metnin efendisi sizsinizdir; dilediğiniz koridorda durup duvardaki bir işlemeyi, yani tek bir kelimenin nüansını inceleyebilir, anlamadığınız bir odaya, yani karmaşık bir paragrafa defalarca geri dönebilirsiniz. Bu eylem, bir zahmet değil, zihni bir heykeltıraş gibi yontan, ona sabrı ve derinliği öğreten bir rahmettir. Nörobilimin bulguları da bu mimari farkı teyit ediyor: Basit bir hikâyede yollar birbirine yaklaşsa da, iş fikir ve analiz içeren kavi metinlere geldiğinde, okuma eylemi beynin stratejik düşünme ve hedefe yönelik dikkat gibi en üst düzey ağlarını bir komutan gibi harekete geçiriyor.