Konser için hazırlanmış eski bir tiyatro sahnesi düşünün. Havayı, ağır, kadifemsi bir toz kokusu doldurur; yıllanmış gül ağından dekorasyonlar ve terk edilmiş nice oyunun hatırasının sinmiş olduğu o dokunaklı rayiha... Sahneye vuran loş ve sarı ışık huzmeleri, bu toz zerrelerini havada asılı kalmış notalar gibi bir anlığına parlatır. Oysa bu sahne, artık sadece nostaljik bir hatıradan ibaret. Bir zamanlar o kürsüde duran bilge şefin yeri, ellerinde baton yerine tablet tutan ve partisyonu rakamlarla tanzim eden yeni efendilere bıraktı. Artık o büyük kompozisyon, ruhların buluştuğu ortak bir duyuş için değil, en verimli, en hatasız ve en öngörülebilir şekilde icra edilmesi gereken bir performans için besteleniyor.
Asıl mesele, perdenin tam da burada aralanmasıyla başlar. Hakikatin yalın hâliyle değil, bize sunulan ve algılarımızla dokuduğumuz bir "görünüş" dünyasında var oluruz. Bu dünya, etrafımızı saran ve adına hayat dediğimiz devasa bir "epistemik orkestra"dır. İnançlarımız, doğrularımız ve korkularımız ise bu büyük armonin farklı enstrümanlarından çıkan seslerdir. O sahnede kendi melodimizi çaldığımızı zannederken, aslında farkında olmadan önümüze konulmuş bir notayı takip ederiz. Modern zamanların ruh mühendisleri bu partisyonu yazmakla kalmaz. Aynı zamanda, her bir enstrümanın en zayıf anını ve en tereddütlü notasını hesaplayarak, orkestrayı mutlak bir uyum yanılsamasına sürükler.
Bu senfoninin icrası, o 'gizli yasalar' dediğimiz kodlarla işler. Bu yeni efendiler, sosyal medya akışlarımızı birer partisyon gibi düzenleyerek hepimizi öngörülebilir tepkilere yönlendirir. Kullandıkları enstrümanlardan biri, kayıp korkusudur (loss aversion); yani elindekini yitirmenin kesin acısının, belirsiz bir kazanç ihtimalinden daima daha ağır basmasıdır. Bir diğeri ise sosyal ispat (social proof) dediğimiz, sürüye uyma eğilimidir; belirsizlik anında ortak yanılgının güvenli sularında kalmayı tercih ederiz. Bu ilkeler artık sadece birer gözlem değil, zihniyet dünyamızı yöneten, siyasal ve iktisadi sistemleri bir metronomun acımasız ritmiyle düzenleyen görünmez bir şefin elindeki batondur.
Peki, bu yeni düzenin bestekârları ne diyor Onlara göre bu, insanlığın selameti için yazılmış bilimsel ve hayırhah bir eserdir. Mademki insan hata yapar, ritmi kaçırır, o halde onu daha uyumlu olmaya "dürtmekte" ne sakınca olabilir Bu, adına 'yumuşak bir yönlendirme' dedikleri, bir nevi teknolojik vesayete soyunmaktır. Niyetleri, orkestranın ahengini bozan aykırı bir sesi bütünün içinde eriterek etkisiz kılmaktır. Bu bakış açısıyla, ruhun gizli partisyonunu çözmek, düzeni bozanı yola getirmek için yapılan kutsal bir hizmete dönüşür.
Ancak bu camdan ahengin ardında, insanın en temel vasfını, onun varoluş sebebini yok eden derin bir tehlike gizlidir. İnsanı, ruhuyla ve yorumuyla bir bütün olarak değil de, belirli uyarılara öngörülebilir notalarla tepki veren bir enstrüman olarak gören bu yaklaşım, onu "sanatçı" yapan özü, yani