Kabullenmenin sıcaklığı


Sabahın o ilk ışıkları odama düşerken, kahvemin buğusunda bilinç altı seyyahı Engin Geçtan'ın kirpileri canlandı gözümde. Soğukta titreşen o sevimli yaratıklar... Isınmak için yaklaşıyorlar ama dikenleri batınca geri çekiliyorlar. Sonra yeniden üşüyorlar. Ta ki birbirini incitmeden sıcaklığı paylaşacakları o mucizevi denge noktasını bulana dek. İnsan ilişkilerindeki yalnızlığımızın sırrı da burada değil mi Hep o kusursuz mesafeyi ıskalayışımızda saklı. Geçtan'ın 1983'te yazdığı "İnsan Olmak" hâlâ başucumda. Şu cümle her okuduğumda yeniden vuruyor beni: "Başkalarının bizi kabul etmesi için özümüzden vazgeçersek, kendi değerimizi çöpe atarız." Mutsuzluğa batmamız kaçınılmaz çünkü... Kendi gerçekliğimizden koptuğumuzda, sevme yeteneğimiz paslanıyor.

Peki bu yabancılaşma nerede filizleniyor Çocukluktan itibaren omuzlarımıza yüklenen "kusursuz ol" zırhları... Batı'nın "tek gerçek" dayatmasının hayatın renklerini silip beyaza boyaması... Doğu bilgeliğinin ise "yargısız farkındalık" diye fısıldayan nefesi. Geçtan'ın uyarısı beynimde yankılanıyor: "Hayat, gözden kaçırdığın detaylarda saklıdır!" Günlük koşuşturmalar, içimizdeki boşlukla yüzleşmemek için kullandığımız bir narkotiğe dönüşüyor. Kaçırdığımız minik ayrıntılar, ruhumuzdaki dev çatlakların sessiz çığlığı aslında. İşte tam bu çaresizlik anında iki kelime uzanıyor elimiz: Kabullenme ve öz şefkat. "Keşke"lerle kendimizi kemirmek yerine "Evet, bu benim hikâyem" diyebilme cesareti. Bu bir yenilgi değil, gerçekle göz göze gelme zaferi. Kusurlarımızla savaşmayı bırakıp onlara "buyur gel" dediğimizde, içimizdeki dev uyanıyor. Carl Rogers'ın o altın paradoksu tam burada devreye giriyor: "Kendimi olduğum gibi kabul ettiğim an, dönüşüm başlar." Kendimizi yargılayarak tükettiğimiz enerji, ancak bu kabullenmeyle kanatlanıyor.

Geçtan bize bir sır daha veriyor: Kusurlarımızla barışmak. "İçimizdeki vahşi nehir taştığında onu lanetlemeyin" diyor. Bir tepede çığlık atmak, çocuklar gibi su birikintilerine basmak, ansızın gökyüzüne şarkı söylemek... Bunlar ruhun gizli şifaları. Öz şefkat dediğimiz mucize, kendimize bu izni vermekten başka ne Varoluşçu felsefenin temel taşı da burada: İnsan kendi kıymetini kendi inşa eder. Gölge köşelerimizi kilitledikçe üretkenliğimizi de hapsediyoruz. Kabullenmek ise hem geçmişimizin yaralarına merhem olmak, hem de içimizdeki karanlık mahzenlerin kapılarını açmaktır.