Gaziantep'ten tepsisiyle yeni gelmiş, sade yağı üzerinde pırıl pırıl parlayan, şerbeti boğazı yakmayan o kararında ve az şerbetli boz fıstıklı baklavanın karşısındasınız. Yanında ise damağınızı temizleyecek ince belli bir bardak su duruyor. Çatalı bir kenara itiyorsunuz; çünkü bilirsiniz ki baklava çatalın soğukluğuyla değil, parmak uçlarının sıcaklığıyla hissedilerek yenir. Eliniz o kare dilime uzanıyor, tam bir şikemperver edasıyla usulünce ters çevirip, o az miktardaki şerbetin yoğunlaştığı alt tabanı damağınıza getirmek üzere ağzınıza götürürken zihninizde sessiz bir savaş yaşanıyor.
Ve nihayet, o hışırtılı yufka damağınızla buluşuyor. "Canım çekti, ben seçtim, ben yedim" diyorsunuz. Bu hazzı ve kararı kendinize mal ediyor, o anki iradenizi sorgusuz sualsiz sahipleniyorsunuz.
Oysa nörobiyoloji laboratuvarlarının o steril sessizliğinde durum hiç de sandığınız gibi değil; bu "ben seçtim" eminliğinin fizyolojik bir zaman sapması olduğu on yıllardır tartışılıyor. 1980'lerde, zihnin o yarım saniyelik boşluğuna pusu kurmuş hakikat nöbetçisi Benjamin Libet'in gerçekleştirdiği deney, insanın "hür irade" kibrine vurulmuş en ağır darbedir. Libet, deneklerin basit bir harekete "niyetlendikleri" anı ve beyinlerindeki elektriksel aktiviteyi eş zamanlı ölçtüğünde şaşırtıcı bir kronolojiyle karşılaştı. Kişi, "şimdi hareket ediyorum" bilincine varmadan yaklaşık 500 milisaniye (yarım saniye) önce, beyin kararını vermiş ve bu eylem için gereken "hazırlık potansiyelini" çoktan oluşturmuştu bile.
Tam da bu noktada, nörobiyolojinin bize fısıldadığı o ürkütücü gerçeği kabul etmek zorundayız: Hayatımızı şekillendiren kararların perde arkasında, bilincimizin henüz sahneye çıkmadığı o ilk yarım saniye çok önemli. Yani siz o baklavayı ters çevirmeye niyetlendiğinizde, beyninizdeki nöral ağlar o kararı sizin bilinçli farkındalığınızdan önce, sessizce almıştı. Bilinç dediğimiz o çok güvendiğimiz mekanizma; nöronların başlattığı bu sürecin sadece "farkına varan" ve altına imza atan gecikmiş bir kâtipten farksızdır. Bizler hayatımızın direksiyonunda olduğumuzu sanırız; ancak bilimsel bir perspektiften bakıldığında "Ben" dediğimiz yapı; genetik mirasımızın, kimyamızın ve geçmiş tecrübelerimizin o anki toplamından ibarettir.
Bazıları bu determinist (belirlenimci) gerçekten kaçmak için kuantum fiziğinin belirsizliğine sığınmaya çalışsa da, fizikçiler burada kesin bir sınır çizer. Beynin o sıcak, ıslak ve makroskobik dokusu içinde, kuantum etkilerinin "özgür irade" oluşturacak kadar uzun süre varlığını koruması fiziksel olarak imkânsıza yakındır. Şimdi bunu aklımızda tutalım;

4