Bu soru, basit bir meraktan öte, ruhun en kuytu köşelerine açılan bir kapı gibidir. Beynimizin derinliklerinde, duygusal evrenimizin başkenti olan badem şeklindeki o küçük merkez, yani amigdala, eğer doğuştan sessizse ne olur Korku, sevinç, öfke gibi temel insani deneyimler birer yabancı dile dönüşürse, hayat nasıl yaşanır Uyuyan baharın habercisi Sohn Won-pyung'un kaleminden çıkan ve son yılların en sarsıcı romanlarından biri olan Badem, bizi tam da bu sessizliğin kalbine, yani sessizliğin kalbi Yunjae'nin dünyasına davet ediyor.
Yunjae, "aleksitimi" adı verilen, yani "duygular için söz yokluğu" olarak bilinen bir durumla yaşıyor. Onun için dünya, anlamı olmayan dev bir sahne.
Onun sabırlı tercümanları, annesi ve ninesi, hayatta kalabilmesi için ona duyguları bir matematik formülü gibi öğretiyor. Evlerinin duvarları, "Biri gülümserse sen de gülümse," "Teşekkür etmeyi unutma" gibi yapışkan notlarla dolu. Yunjae için ağlamak, kalbin taşması değil, belirli durumlarda sergilenmesi gereken, öğrenilmiş bir sosyal jest. Gözyaşı, ruhun toprağından fışkıran bir pınar değil, bedenin ezberlediği bir rol, yanaklardan süzülen tuzlu suyun ruhsuz eylemi. Onun sükûneti, toplum tarafından sık sık yanlış yorumlanıyor: Öfkelenmesi gereken yerde sustuğunda "sabırlı", ağlaması gereken yerde tepkisiz kaldığında ise "güçlü" ve "metanetli" olarak görülüyor. Oysa bu sessizliğin ardında, belki de "Ne zamandır meczubum ben bu âlemde" sorusunun yankısı gizlidir.
Romanın dehası, Yunjae'nin bu mutlak hissizliğinin karşısına, duyguların anarşisini koymasında yatıyor. Hikâye, yazarın kendi ifadesiyle, "bir canavarın başka bir canavarla karşılaşmasının hikâyesidir". Diğer canavar, yani duyguların kasırgası Goni. Çocukken ailesinden koparılmış, öfkesi ve acısıyla bir kasırgaya dönüşmüş, kontrolsüz duygularının esiri bir genç. Toplumun "serseri" ve "suçlu" olarak etiketlediği Goni, aslında duygularının altında ezilen, yardım çığlığı şiddet olarak dışa vuran yaralı bir çocuktur. Onun varoluşu, adeta "acının acıdan feyz aldığı / o müstakil hararet ânıdır!"; kendi içine çöken ve kendini yeniden üreten bir ızdırap hali.
Bu iki "canavarın" karşılaşması, romanın kalbini oluşturuyor. Hissedemeyen Yunjae ve çok fazla hisseden Goni. Başta Goni, Yunjae'den bir tepki alabilmek için ona zorbalık yapar, ancak Yunjae'nin tepkisizliği, Goni'nin öfkesini boşa çıkarır. Zamanla bu yargısız ve sakin duruş, Goni için hayatında ilk kez duygularını boşaltabildiği güvenli bir limana dönüşür. Yunjae ise Goni'nin ham ve öngörülemez duyguları sayesinde, öğrendiği formüllerin yetersiz kaldığı bir gerçeklikle tanışır. Goni'nin acısı, Yunjae'nin mantık duvarlarında ilk çatlakları yaratır. Biri diğerinin aynası olur; biri hissetmenin ne olabileceğini, diğeri ise duygularının bir başkası tarafından yargılanmadan kabul edilebileceğini öğrenir.
Peki, bu hikâye sadece iki gencin sıra dışı dostluğundan mı ibaret Yoksa Badem, bize, yani hissizlik çağının insanlarına tutulmuş bir ayna mı Her gün ekranlarımızdan akıp giden trajedileri birer istatistik olarak okuyup geçen, bir dostun sevincine bir 'beğen' tuşuyla ortak olup saniyeler sonra unutan bizler, Yunjae'den ne kadar farklıyız Gerçekliğin piksellere bölündüğü, duyguların bir 'beğen' tuşuna sığdırıldığı bu yeni dünya düzeni, bize hissetmek yerine hissetmiş gibi yapmayı, yani duyguları "performans göstermeyi" öğretiyor. Empati, yerini emojilere bırakıyor. Belki de, kendini şiirinde