Kaş'ın sakin bir tepesinden, güneşin denize vedasını izlediğini hayal et. Bu satırlar, sana adanmış bir mektup olsun. Tam karşıda, bir el uzatımı mesafedeki Meis adasının ışıkları birer birer yanarken; tuzlu rüzgâr, yüzüne tarihin asırlık yankılarını taşır. O an, deniz sadece bir su kütlesi değildir. Ufuk çizgisi, coğrafi bir sınırdan çok daha fazlası, bir kader çizgisidir. İşte o çizgide, Fırtınaların en Kızılzadesi Barbaros'un "Denizlere hâkim olan cihana hâkim olur" sözüyle perçinlenen bir mirasın, Mustafa Kemal Atatürk'ün "Denizcilik, Türk'ün büyük milli ülküsüdür" vizyonuyla geleceğe uzanan bir iradenin ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "Dünyada söz sahibi olmanın yolu denizcilikte söz sahibi olmaktan geçiyor" tespitiyle tecessüm eden bir kararlılığın yansımasını görürsün. Bu yansımanın bugünkü adı: Mavi Vatan.
Unutma, vatan sadece ayak bastığın toprak değildir. Bu kavram, Karadeniz'in hırçınlığında saklı enerji, Ege'nin labirent gibi adaları arasında bir nefes borusu ve Akdeniz'in derinliklerinde istikbalimizin ekonomik teminatıdır. Tıpkı Anadolu toprağının her karışının Misak-ı Milli yeminimizle kutsal sayılması gibi, denizlerimiz de bizim su altındaki tapu senedimizdir. Bu, suyun yüzeyinde bir egemenlik kavgasından ziyade, uluslararası hukukun bize tanıdığı "egemen hakların", yani deniz yatağının altındaki zenginlikleri araştırma, çıkarma ve koruma hakkının savunulmasıdır. Bu hak, siyasi görüşlerin ötesinde, bu topraklarda yaşayan herkesin ortak paydası, gelecek nesillere bırakılacak en değerli emanetlerden biridir.
Ancak bu emanet, sessiz ve derinden bir kuşatmayla karşı karşıya. Adına "Sevilla Haritası" denen, resmiyeti olmasa da siyasi koridorlarda meş'um bir hayalet gibi dolaşan bir çalışma, Türkiye'yi adeta kendi kıyılarına, Antalya Körfezi'ne hapsetmeyi hayal ediyor. İşte bu noktada basiretin uyanık olmalı. Burnumuzun dibindeki küçücük bir adaya, binlerce kilometrelik Anadolu kıyılarının hakkını yok sayacak şekilde devasa bir etki alanı tanıyarak, bizi denizlerimizden koparmayı amaçlayan bu cüret, hukukun bir araç olarak nasıl bir coğrafi cendereye dönüştürülebileceğinin en somut örneğidir. Türkiye'nin bu maksimalist yaklaşıma cevabı ise, uluslararası hukukun en temel direklerinden olan "hakkaniyet" ilkesine sarılmak oldu. Yani, coğrafyanın gerçeklerini, kıyı uzunluklarını ve adaletin ruhunu gözeten, adil bir paylaşımdan yana tavır almak.
Denizler üzerindeki bu girift akıl oyununda en stratejik ve oyun değiştirici hamle, hiç şüphesiz 2019'da Libya ile imzalanan deniz yetki alanları mutabakatıydı. Bu anlaşma, kâğıt üzerinde çizilen ve bizi güneyden kuşatmayı hedefleyen o hayali hattı ortadan ikiye böldü. Bu, sadece bir imza değil, Türkiye'nin bölgedeki oldubittilere izin vermeyeceğinin ve kendi kaderini kendi eline alacağının en net ilanıydı. Oruç Reis ve Barbaros Hayreddin Paşa gibi sismik araştırma gemilerimiz, günümüz medeniyetinin Piri Reis'leri gibi denizlerimizin altındaki zenginliklerin haritasını çıkarırken, aslında milletin yarınlarının rotasını da çiziyordu. İşte bu, senin geleceğin.