Dijital mahallede tuz aramak
Dostluk, vakitle ve soğuk demlenen bir çay gibidir. Demini alması zaman alır, aceleye gelmez. Peki mesele sadece koşuşturmada kaybolan dakikalar mı Yoksa içimizdeki o kadim "dertleşme" hasletini mi kaybettik Gerçek bağlar kurma kabiliyetimiz sönüyor mu dersiniz Şu söz yüreğimin taşına vurdu: "Bizi üzen, yoran, aklımızı bulandıran her şeyden ve herkesten sıvışmayı huy edindik." Bu kaçamak ruh hali, çağımız insanının gönül ilişkilerindeki halini anlatıyor sanki. Birbirimize bahane bulmada mahir olduk. Bu sadece devletlerin değil; sokaktaki komşunun, mahallenin bakkalının, kahvehanenin sakinlerinin de gerçeği. Ufacık bir laf, günlerce küslük... Peki hep böyle miydi Yoksa o eski "gönül telimizi titreten" insan sıcaklığını mı unuttuk
Aile bağlarının inceldiği, sevdaların çabuk solduğu bir devirde dostluklar sığınağımız olmalıydı. Lakin rakamlar acı bir manzara çiziyor. Uzmanlar toplumları saran "yalnızlık humması"ndan dem vuruyor. Bu yalnızlık sadece gönül ağrısı değil; bedeni de kemiren bir illet. Günde 15 sigaraya bedel bir sağlık tehdidi. Gençler en çok etkilenenler: Her üç gençten biri her gün yalnızlık çekiyor. Bu yaştakilerin neredeyse üçte ikisi yalnızlığın getirdiği iç sıkıntılarıyla boğuşuyor.
Peki neden kopuyoruz Şehrin kalabalık yalnızlığına savruluyor, işin peşinde soluk alamıyor, yeni bir "dert ortağı" bulmak için ne vakit ne de takat bulabiliyoruz. Dostluk ise "sabırla büyüyen bir çınar." Birini "can yoldaşı" yapmak için en az 200 saat yarenlik gerek. Tanıdıktan "sırdaş" olmaya giden yol bile 100 saat sürer. Sadece kök salmak değil, filiz vermek de emek ister. Bir araştırmacının dediği gibi: "Zamana aç bu çağda, gönül bağlarını besleyecek dakikaları bulmak en büyük dert." İnsanların neredeyse yarısı mevcut dostlarıyla daha derin bağlar kurmayı arzuluyor. Bu, sayı azlığından çok, "gönül telinin titremediği" ilişkilere işaret ediyor.
En büyük tuzak ise "içim daraldı" bahanesiyle kaçmak. Bir dost bizi incitse, yorsa, içimizi döksek, kaçımız yüzleşmek yerine sessizce köşemize çekiliyoruz Bu savuşturma, bencilliği "kendini koruma" kılıfına sokuyor. Oysa gerçeği yürek burkucu: "Senin derdinle hemhal olacak sabrım yok." Hakiki dostluk tam da o sancılı anlarda imtihan edilir. Bir bilgenin uyarısı çarpıcı: "Her insanın içi kırık döküktür. Kusur gösteren herkesi hayatından kovarsan, sonunda yapayalnız kalırsın." Sağlıklı sınırlarla, zorluklardan kaçmak arasındaki ince çizgi iyice silikleşti. "Kendine iyi bak" sözü, gönül borcundan kaçmanın bahanesi oldu. Bu kırılganlık, dostlukları çürüten bir küfe dönüştü.
Bir diğer aşılması güç set: Siyaset. Vaktiyle farklı fikirler sohbetin tuzu biberiydi. Şimdi ise gönül bağlarını koparan bir balta. Üniversitelerde karşıt görüşten gençlerin arkadaş olma oranları "dibe vurmuş" durumda. Daha da içler acısı: Artık karşıt fikirlilerle bir çay içebilmek için bile gazetelerin aracı olması! "Bölünmeyi sofrada aşmak" gibi köşeler, bu diyaloğun ne kadar zorlaştığının kanıtı. Siyasi ayrılıklar artık fikir farkı değil; "yürek farkı" gibi görülüyor. Birinin düşüncesi, tüm karakteriyle özdeşleştiriliyor. Güven sarsılıyor. Güven olmayınca da dostluk filizlenmez. Kopuşun temel sebebi bu.
Dijitalleşmenin cazibesi ise büyük bir yanılsama. İnsanların büyük bölümü sadece sanal arkadaşlarla yetiniyor. "Gençlerin yüz yüze sosyalleşme süresi son 20 yılda dramatik biçimde yarı yarıya azaldı."
(Amerikan Time Use Survey verilerine göre: 2000'lerde günde ~140 dakika olan yüz yüze etkileşim, 2020'lerde ~40 dakikaya düştü.. Bir genç, ekran karşısında ömrünün sekizde birini harcıyor. Oysa sanal temas, gerçek sıcaklığın yerini tutmuyor. Gerçek muhabbet stresi eriten sırlar salarken, mesajlaşma soğuk bir ekrandan ibaret kalıyor. Beyin, ihtiyaç duyduğu insan sıcaklığını alamayınca