Eski bir İstanbul kıraathanesini hayal edin; loş ışıklar altında… Havada ağır bir kahve ve ıhlamur kokusu, duvarlarında zamanın bıraktığı isli bir pus. Bir köşede, soğuk mermer masasında tek başına oturan yaşlı bir satranç ustası; gözleri önündeki fildişi taşlarda, ama zihni çoktan on hamle ileride. Tam zıttı bir gürültü ise salonun ortasından yükseliyor. Orada, bir dama tahtasının etrafına toplanmış bir grup, her hamlede bağırıp çağırarak anlık zaferlerin peşinde koşuyor. Onların oyunu anlık ve gürültülüyken, satranç ustası sessizliğin ve derinliğin gücüyle, kimsenin görmediği bir geleceği kendi tahtasında ilmek ilmek dokuyor.
Peki ya siz, kendinizi hiç o eski kıraathanesinin gürültülü orta yerinde, dama taşlarının sesi arasında buldunuz mu İşte bugünün dünyası tam olarak orası: Herkes, kuralları sürekli değişen bir dama oyununun içinde, elindeki bir avuç taşı oradan oraya sürükleyerek hayatta kalmaya çalışıyor. Kırk yıl çalışıp emekli olma vaadiyle üzerine kurulu o eski sosyal sözleşme masası çoktan devrildi; enflasyon, otomasyon ve adaletsiz sistemler, o masanın üzerindeki hayalleri bir bir sildi süpürdü. Bu kaosun ortasında insanlar, maaş zamlarını, kısa vadeli çıkarları, yani dama tahtasındaki bir sonraki hamleyi tartışırken, gerçek servet ve anlamın üreticileri, o satranç ustasının sessizliğinde bambaşka bir oyun kuruyorlar. Onlar, bu büyük kaosun, aslında tarihin en büyük değer transferi fırsatını yarattığının farkındalar.
Onların dünyasında, zenginliğe giden yol, daha fazla ter dökmekten değil, zihnin pusulasını kimsenin bakmadığı bir yöne çevirmekten geçiyor. Bu yeni düşünce sisteminin ilk ve belki de en sarsıcı kuralı, değeri yakalamadan önce değer üretmektir. Dama oyuncusu, "Bu işten ne kazanırım" diye sorarken, satranç ustası, "Bu dünyaya nasıl bir değer katabilirim ki para beni bir sonuç olarak bulsun" sorusunun peşine düşer. Onlar için pahalı bir kahve, maliyeti değil, doğru bir sohbete açılan kapının bedelidir; seçkin bir kültür derneğine ödenen aidat, bir masraf değil, ilham verici zihinlerin arasına karışmak için satın alınmış bir bilettir. Çünkü bilirler ki, para su gibidir; daima değerin aktığı yatağa doğru yolunu bulur.
Bu yeni oyunun ikinci kaidesi ise riskin ve başarısızlığın yeniden tanımlanmasıdır. Bizim kültürümüzün iliklerine işlemiş olan "elindekini koruma" ve "ayağını yorganına göre uzatma" düsturu, paranın durağan ve tehlikeli bir göle benzediği eski çağlar için bir bilgelikti. Oysa bugünün dünyasında para, coşkun bir nehir gibidir; aktıkça bereketlenir, durdukça yosun tutar. Bu yüzden yeni zihin, biriktirdiği bin lirayı düşük faizli bir hesaba hapsetmek yerine, o parayla beş farklı mikro deneme yapmanın daha akıllıca olduğunu bilir. Dört deneme başarısız olsa bile, o sonuncusu durgun bir hesabın asla kazandıramayacağı bir tecrübe bırakır. Ve belki de yeni bir servet kapısı aralar. Başarısızlıklarını bir utanç vesikası olarak saklamak yerine, cesaretinin ve öğrendiklerinin bir ispatı olarak bir "tecrübe özeti" gibi sunarlar; çünkü bilirler: Gemi limanda güvendedir; fakat hiçbir gemi, limanda çürüsün diye yapılmaz.