Çocukluğun solan rüyalarından kalan izler
Çocukken inandığımız o büyülü sözler hâlâ kulaklarınızda mı "Dünya adildir", "emek mutlaka karşılık bulur", "sonsuz imkânlar seni bekliyor"… Hayat sanki bir vaatler manzumesiydi. Şimdi biliyoruz: Bu sözler iyi niyetli masallardı. Zihnimiz kabulleniyor: Kimseye eşit bir ömür biçilmedi. Yine de içinizde, o masallara tutunan bir çocuk kıpırdıyor değil mi Bize bir cennet vaat edilmişti imtihandan sonra; ümitsiz yarınlardan razı olamayız!
Bu temmuz sıcağında balkondayım. Gökyüzü kutsal kitabımızın olan Kur'an- Kerim sayfalarındaki gibi masmavi ve ümitakar. Bulutlar beyaz birer dua gibi süzülüyor. Tam karşımda, sırtında bütün varlığını taşıyan bir örümcek… Yolunu bilmeden yürüyor. İnsanoğlu da böyle değil mi Yüklerimiz ağır, yönümüz belirsiz. Ama durmayız. Çünkü içimizde bir kıvılcım: Anlamın peşinde koşan o ebedî ruh!
Erişilemezlik kutbu derler ya… Ulaşılması en zor nokta. Asıl erişilemez olan, uykudan uyanıp da "Ben kimim" diye sorduğunuz o andır. Bilinç var ama kimlik yok.
1901'de bir hekim, ölüm anında 21 gramlık bir kayıp olduğunu söyledi. Bilimsel değil belki ama insanın ruh arayışına tercüman oldu. Canlı ile cansız arasındaki o esrarlı sınır… Asıl iz bu değil! Asıl iz; bir annenin evladı için ettiği dua, bir babanın bıraktığı namus, bir öğretmenin kâğıda düşürdüğü mürekkep lekesidir!
Beden toprağa karışır. Peki ya o yanıp tutuşan kıvılcım Bilim "enerji dönüşür" der. Lakin bizi insan yapan, irade, merhamet ve Allah korkusudur. Bu yüzden bir miras bırakma telaşındayız: Bir kitap, bir vakıf, hayırlı bir evlat… Hepsi aynı çağrı: