Plazanın 57. katındaki köşe ofisten bakıldığında, şehir ışıkları ayaklarınızın altına serilmiş, fethedilmiş bir galaksi gibi parıldar. Yıllar süren amansız bir mücadelenin, uykusuz gecelerin ve sayısız fedakârlığın ardından ulaşılan bu zirve, başarının somut bir anıtıdır. Cilalı maun masanın üzerindeki telefon, tebrik mesajlarıyla aralıksız titrer. Yönetim kurulu üyeleri, sektördeki rakipler, sosyal medyadaki takipçiler... Her bildirim, kazanılan zaferi tescilleyen dijital bir madalya gibidir. Lakin ofisin o sessiz, yapay havasında hissedilen zafer sarhoşluğu değil, derin ve yankılı bir boşluk hissidir.
Bu sahne, günümüz dünyasında farklı dekorlarda, farklı mesleklerde binlerce kez tekrarlanıyor. Modern hırsın en acımasız paradoksuyla yüzleşiyoruz: Toplumun bizlere en büyük hedef olarak gösterdiği başarı, insanoğlunun en temel ihtiyacı olan bağ kurma ve aidiyet hissini acımasızca elimizden alıyor. Piramidin tepesine tırmanırken, aslında kendi ellerimizle kendimizi bir yalnızlık kalesine hapsettiğimizi fark edemiyoruz.
Bu durum tesadüfi bir yorgunluk veya meşguliyetin basit bir sonucu değildir. Adına "Dostluk Matematiği" diyebileceğimiz, profesyonel sermayemiz arttıkça sosyal sermayemizi nasıl erittiğini gösteren acı bir denklemin neticesidir. Bu denklemi anlamak, sadece duygusal bir tahlil değil, aynı zamanda ruh ve beden sağlığımız için de acil bir durumdur. Zira yapılan bilimsel çalışmalar, kronik yalnızlığın sağlık üzerindeki menfi etkisinin günde 15 sigara içmekle eşdeğer olduğunu defalarca kanıtlamıştır.
Başarı merdivenlerini tırmandıkça, bizi yalnızlığa iten dinamikler de karmaşıklaşır. Mesele, artık sadece vakit bulamamaktan ibaret değildir. Sorumluluklar arttıkça iş, yapılan bir görev olmaktan çıkıp yaşanan bir kimliğe dönüşür. Zihin, sürekli olarak stratejik kararlar, finansal hedefler ve yüzlerce çalışanın mesuliyetiyle doludur. Bu durum, sevdiklerinizle fiziken aynı ortamda bulunsanız dahi, zihnen ve ruhen onlardan fersah fersah uzakta olmanıza neden olur.
Belki de en kalbimizi kıran değişken, kariyer yolları ayrıldıkça eski dostlarla aradaki hayat tecrübesi makasının giderek açılmasıdır. "Elit sorunlarınızı" anlatmak küstahlık, karşınızdakinin dertlerini dinlemek ise artık size yabancı bir dünyanın hikâyesi gibi gelir. Zirvedeki insanın, sarsılmaz bir özgüven imajı çizmesi beklenir. "Korkuyorum," "Yardıma ihtiyacım var," veya "Ne yapacağımı bilmiyorum" gibi en insani cümleler, lügatten silinir. Bu durum, kişiyi eski dostlarından uzaklaştırdığı gibi, yeni ve samimi ilişkiler kurmasının da önüne geçer. Çünkü artık her yeni tanışıklıkta akla şu şüphe düşer: Bu kişi bana mı yaklaşıyor, yoksa statüme mi Tüm bu hırs ve rekabetin hâkim olduğu iklimde, insani ilişkiler de giderek birer muameleye, birer alışverişe dönüşür. Takviminiz akşam yemekleri, davetler, toplantılarla dolu olabilir; bu size çok sosyal bir hayatınız olduğu yanılsamasını yaşatır. İşte bu, çevresi kalabalık ama ruhu tenha olmanın tam tanımıdır. Zira bu kalabalık, yürekten bir selamın sıcaklığını değil, kartvizitlerin soğukluğunu taşır. Ancak bu binlerce tanıdık, gece başınızı yastığa koyduğunuzda hissettiğiniz o derin yalnızlığı gidermeye yetmez.