Bir cambaza bak hikâyesi

Edirne'de, Mimar Sinan'ın gökyüzüne vurduğu ilahi mührün, Selimiye'nin kubbesi altında bugünlerde derin bir sükût var.

Dışarıdan sessiz duran o iskeleler, aslında içinde fırtınalar kopan bir ruhun, bir milletin hafızasıyla giriştiği muhasebenin ahşap ve demirden paravanlarıdır. Bu iskelelerin gölgesinde, mimari bir harikanın restorasyonundan çok daha fazlası yaşanıyor; kültürel bir mirasın nasıl anlaşılması gerektiğine dair, çağları aşan bir keskinlikte fikir mücadelesi veriliyor. Ve o mücadelenin tam ortasında, bir hançer gibi duran o soru: Bu müdahalenin sonunda Mimar'ın dehası mı yeniden tecessüm edecek, yoksa bir dönemin hatırası mı ebediyen kaybolacak

Bu sorunun etrafında, hakikati gölgelemek için bir hayalet gezdirildi. Güya 16. yüzyılın büyük hattatı Hasan Çelebi'ye ait orijinal yazılar kazınacak, yerine günümüz hattatı Hüseyin Kutlu 21. yüzyılın ruhuyla kendi imzasını atacaktı. Bu, bir sanat cinayeti iması taşıyan, duygusal olarak yankı uyandıran, fakat tarihsel olarak temelsiz bir feverandı. Zira yapılan bilimsel araştırmaların şaşmaz pusulası, o muazzam kubbede Sinan devrinden bugüne ulaşmış, Hasan Çelebi'nin elinden çıkma tek bir harfin dahi mevcut olmadığını kesin olarak gösterdi.

Peki, o halde ne vardı Korunması için feryat edilen yazı, Sinan'ın değil, Sultan III. Selim devrinin bir yadigârıydı; Hicri 1223 (Miladî 1808) tarihini taşıyan ve Edirneli yerel bir sanatkâr olan Mustafa Nakşi'nin imzasını taşıyan bir eserdi. Bu katman dahi, yapının kendi öyküsünün bir parçası olarak kıymetliydi şüphesiz, ancak asıl kırılma bu noktadan sonra başlıyordu. 1983 yılındaki bir müdahale sırasında bu 19. yüzyıl kompozisyonu, altındaki tarihi sıvasından sökülerek, yapıya yabancı ve onun nefes almasını engelleyen bir çimento tabakasının üzerine yeniden işlenmişti. Yani karşımızda, zeminini ve otantikliğini çoktan yitirmiş, 20. yüzyılın malzemesiyle patolojik bir bedene nakledilmiş bir tasarım duruyordu. 2025 restorasyonunun ilk adımı, işte bu hastalıklı durumu ortadan kaldırmak, caminin kubbesini o zararlı urdan tamamen arındırmak oldu.

İşte bu enkazın ardından başlayan asıl çalışma, bir yok etme değil, bir nevi arındırma ve aslına rücu ettirme çabasıdır. Restorasyon ekibi, Mustafa Nakşi'nin yazısındaki kompozisyonu, referansını yine Selimiye'nin kendi ruhundan alarak, yapının çinilerinde varlığı ve hattatı kesin olan Hasan Çelebi harflerini kullanarak günümüz sanatkârlarına yeniden yazdırmıştır. Bu çabanın ne kadar incelikli olduğunun en somut delili ise şudur: Yeniden yazım sırasında, Mustafa Nakşi'nin 1808'deki metninde bulunan "rasûlûhu" yerine "lehû rasû" şeklindeki yazım hatası dahi, tarihsel bir iz olarak aynen korunmuştur. Bu detay, projenin geçmişi silen bir kibirle değil, hatalarıyla bile olsa ona saygı duyan bir bilgelikle yürütüldüğünün en net kanıtıdır. Ve elbette, bu kolektif saygı duruşunda şahsi bir imzaya yer yoktur.

Çünkü bazen bir milletin inceliği, harflerin altın varaklarında değil, o harflerin arasındaki tevazuda gizlidir.

Fakat meselenin en can alıcı ve kamuoyunca bilinmeyen bir veçhesi daha var. Bu restorasyon sırasında, sadece ana kubbe değil,