Arınamayanlar

Bir toplumun ruh sağlığı, sadece hastanelerde değil, maruz kaldığı kelimelerin ağırlığında da ölçülür. Bugünlerde milletin kahve sohbetlerine sinen o gergin sessizlik, damarlarda dolaşan, sokaklarda elde mikrofon gezen o huzursuzluk; aslında sahadaki gerçeklikten değil, zihinlere ilmek ilmek işlenen, planlı bir "karamsarlık mühendisliğinden" kaynaklanıyor. Pencerenin ardında hayat, tüm meşakkati ama aynı zamanda tüm canlılığıyla akarken; ekranlardan ruhlara zerk edilen o "tükeniş" anlatısı, gözlerde siyasi bir katarakt oluşturmuş durumda. Hakikatin en büyük düşmanı yalan değildir; hakikatin yerine ikame edilmeye çalışılan, cilalanmış ve inandırıcı kılınmış o yarım yamalak hikayelerdir.

Bu hikayeleri anlatanlara, özellikle bugünlerde "özgürlük" ve "adalet" kavramlarını dillerinden düşürmeyen bazı medya plazalarına baktığınızda, trajikomik bir tabloyla karşılaşıyorsunuz. Sabah akşam devlete ve millete "liyakat" dersi vermeye kalkanlar, daha kendi televizyon kanallarındaki koltuk savaşlarını yönetemiyorlar. "Muhalif ekran" diye parlatılan yerlerde, genel yayın yönetmenlerinin bir gecede kapının önüne konulduğu, gazetecilerin tasfiye edildiği ve iddia o ki; belirsiz odakların "gölge patron" olarak dizayn etmeye çalıştığı bir kaos hüküm sürüyor. Kendi mahallesinde, kendi kanalında "barışı" ve "istikrarı" sağlayamayanların, Türkiye'nin devasa meselelerine çözüm önermesi, siyasi bir şakadan ibarettir. Oysa hakkaniyetli muhalif sesler ve gerçek eleştirel tonlar, bir devletin başına gelebilecek en iyi şeydir; bu duruş hükümetin de devletin de elini daha güçlü kılar. Peki, bu yapıcı yol neden tercih edilmiyor Yoksa kavga ve gürültü iyice azaldığında, o çok önemsedikleri okunma ve izlenme oranlarının düşme ihtimalinden mi korkuyorlar

Bu çelişki sadece içerdeki yönetim krizleriyle de sınırlı değil; dışarıya karşı takınılan tavırda da kendini ele veriyor. Yıllarca bu ülkenin gençlerine "Avrupa şöyle iyi, Batı böyle medeni" diye propaganda yapanlar, bugün Batı'nın en büyük güvenlik şemsiyesi olan NATO'nun, 2026'da Türkiye'nin kalbinde, Ankara'da toplanacak olmasından nedense büyük bir ürküntü duyuyorlar. Devler Ligi'nin başkente taşınacak olmasını takdir etmekten onları alıkoyan o korkunun sebebini sormak lazım: Yoksa Türkiye'nin masada "garson" değil, "oyun kurucu" olarak oturması, ezberlettiğiniz o "eziklik" senaryolarını bozduğu için mi bu kadar tedirginsiniz

Kaosun ortasında sükûnetin ve stratejinin serinkanlı nakkaşı Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın ilmek ilmek dokuduğu diplomasi halısını, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Papa'nın yüzüne karşı Filistin'in çığlığını haykırışını görmezden gelmek; özür dilerim, habercilik değil, bir "hafıza silme" projesidir. Dünya bu duruşu saygıyla izlerken, içeride veya dışarıda "Acaba Bahçeli'ye darbe mi yapılacak", "Süreç bozulursa ne olur" gibi "fal bakıcılığı" yapmak, devlet ciddiyetini magazinleştirmekten başka bir şey değildir.

Meseleyi sadece siyaset veya politika zannetmek yanılgıdır; asıl tahribat toplumsal psikolojide yaratılıyor. Zira bu coğrafyanın çocukluğunda zaten yeterince hüzün var. Bilimsel araştırmalar, çocuklukta alınan dört temel yaranın; "terk edilme, ihmal, suçluluk ve güven sorunu" olduğunu ve bunların yetişkinlikte tüm ilişkileri sabote ettiğini söylüyor. Bugün o kendine muhalefetlerin yaptığı şey, bu milletin kabuk bağlamış yaralarını kaşıyarak, topluma sürekli bir "terk edilmişlik" ve "güvensizlik" hissi aşılamaktır. Sürekli "eğitim şart" diyenler, neden bu gençlerin zihnini iyileştirecek, onları daha fazla okumaya, anlamaya ve analitik düşünmeye yöneltecek içerikler üretmiyor Neden gençlere "balık tutmayı" yani hayatla mücadele etme ve ayakta kalma bilincini aşılamak yerine; sürekli boş hayallerle "balık vererek", onları mağduriyet psikolojisine hapsedip hazıra alıştırıyorsunuz Cevabı basit: Çünkü izlenmek, "tık" almak ve o sanal kalabalıkların alkışını duymak, size ülkenin geleceğinden daha tatlı geliyor. Görünür olmak uğruna, bir neslin umutlarını popülizme kurban ediyorsunuz.

Bu popülizm körlüğü öyle bir noktada ki; daha önceleri KYK yurtlarındaki yemek menüsünü manşet yapanlar, o yurtların kapısına dayanan asıl tehlikeyi görmezden geliyor. Elbette devlet, evlatlarının önüne konan tabağın en iyisini sunmakla, o eksikleri gidermekle mükelleftir ve bu devletin en temel vazifesidir; ancak meseleyi sadece "yemekhane"ye hapsedip "kumarhane" gerçeğini görmemek büyük bir vebaldir. Gece yarıları yurda alkollü gelen, bavul içinde arkadaşını içeri sokmaya çalışan disiplinsizlikleri, gençliği sessizce yutan "sanal kumar" tehdidini ve alkol bataklığını konuşan yok maalesef. Oysa asıl mesele, tabaktaki yemekten önce, o tabağı tutan elin titreyip titremediğidir. Öğrenciden önce ailenin, sonra öğretmenin eğitilmesi gerektiği gerçeğiyle yüzleşmeliyiz. İlan edilen "Aile Yılı"nın hakkını vermek; gençleri bu bataklıktan korumak için önce anne-babalara şuuru aşılamaktan geçer.

Oysa araştırmalar açıkça gösteriyor ki; mutluluğun, sağlığın ve uzun ömürlülüğün bir numaralı anahtarı diyet veya zenginlik değil, kurulan "pozitif ilişkilerdir"